HALİD-I BAĞDADİ HAZRETLERİNİN MEKTUBU

 

اعوذباالله من الشيطان الرجيم 

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمدلله رب العالمين وبه نستعين

والصلاة والسلام على خير خلقه محمد وعلى آله وصحبه اجمعين

 

Aziz Kardeşlerimiz;

Azmimiz ve emelimiz sizlere zamanının gavsı, kutbu ve ferdi olan Mevlana Halid-i Bağdadi zülcenaheyn Ziyadün hazretlerinin bir mektubundan bahsetmektedir. Allahü Zülcelal'in izni ve inayetiyle... Şöhreti şam diyarında ve diğer muhitlerdede yaygın olan bu zatın bir mektubunu serdetmektedir.

Halid-i Bağdadi Hazretleri 13. asrın müceddidi olup H. 1193 senesinde var olmuş bu dünyaya şeref vermiş H.1242 senesinde de vedâ etmiştir. Nasıl ki İmam-ı Rabbani Hazretleri de H.971 yılında var olmuş vücud bulmuş bu dünyaya şeref vermiştir. H.1034 yılındada vedâ etmiştir. Ahirete intikal etmiştir. Hülasa bunların asır başlarında gelişleri bir müceddid sayılırlar... Dolayısıyla Rabbımız cümlemize bu zatın ve Nakş-i Bendi ve diğer saadatın hayrat ve berakatlarından nasib ve müyesser eylesin ve faydalandırsın... Âmin...

Bu mektubunu yazış sebebi Bağdad'da bulunan üç halifesine ait olup isimlerinide belirmiştir. Bu kimselerden birisi Seyyid Abdülgafur birisi Muhammed Cedid ve diğeri ise Musa Ceburi'dir. Hülasa bunlara bu şekilde tahsisan bir mektub yazmıştır. Mektubuna evvela Allahü Zülcelale hamd-ü sena ile başlayıp Cenab-ı Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) salat-ü-selâmdan sonra kendisini ortaya koyarak şöyle der: Nefsinin helâkına çalışan ve gününü gafletle geçiren geçmişini zenblerle dolduran ve geleceğinin hesabı ve kitabı meçhul olan zavallı Halid... Badehu; esselâmü aleyküm ve rahmetullahi diyerekten bu üç zâta selâm ve rahmet ve berekât diledikten sonra: Sizlere vasiyetim ve emrim, kesin, mutlak ve müekkeden sizlere tembih ediyorum ki; Sünnet-i Seniyyeye şiddetle mütemessik ve sımsıkı sarılın. Şeriat-ı Garra ya sahib olunuz... Cahiliyyet merasimlerine kesinlikle iştirak etmeyiniz... Bid'at-ı Zemime yi (kötü ve sapık bi'datları) işlememeye çalışınız. Şeriata muhalefetten hâzer ediniz. Ve sufiyyenin şatahatlarında yani coşkun ve cezbe hallerinde asla mağrur olmayınız... Ve devlet ricalleri; emir, vezir, paşa ve benzeri büyüklerin bazı işleri sebebiyle aracılığını yapan kimselerlede sohbet ve ilişki kurmayınız. Zira; bu sizin töhmetinize sebeb ve vesile olur. Tarik ehline töhmete sebebiyet verecek olan hallerden hazer etmesi gerekir. Zira; Cenab-ı Rasuiullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:

قال عليه السلام : اتقوا مواضع التهم

“Sizi töhmete sevkedecek, halkın töhmetine sebeb olacak bazı haller hissederiseniz bu gibi hallerden kaçınınız.” Böylece, bu hale sebebiyet verecek halleden uzak durmuş olursunuz. Tarikat-ı Aliyye kibardır, naziktir, incedir, paktır ve nezihtir. Bu gibi hallere sürüklemek en güzel tarafıdır.

Belki de; Efendim bazı kimselerin bir işi düşerse veya bir hacetinin yapılması gerekiyorsa bu mü'min kardeşinizin işini görmek hacetini yapmak çok yararlıdır, faydalıdır ve çokta sevâbdır, denilebilir. Fakat böyle oluşu dahi sizlere göre değildir. Zira; sizler bu güc ve kuvvet sahibi değilsiniz... Onun için bu gibi hallere giren şahsiyetler müstesna bir şahsiyettir. Bunlar kemâl ehlidir. Kemâl erbabı... Dağ gibi sarsılmaz, deniz gibi bulaşmaz, bulanıklık tanımazlar. Ve bunlar halas ehlidirler. Fenafillahı aşmış Bekabillah durumundadırlar. Bu gibi haller kendilerini meşgul etmez. Zira; Allahü Zülcelâl âyet-i kerimesinde de buyuruyor:

رِجَالٌ لَا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللَّهِ

 (Nur/37)

O kimseleri medhetmiştir ki; ticaret, alış-veriş, bey-ü-şer'a, konuşma, sohbet vb. bu şahsiyetleri dalgalandırmaz, gaflete düşürmez ve dolayısıylada etkilenmezler. Böylesine güç ve kuvvet sahibi olmayınca da bu gibi şeylerden hazer etmek ve bu nasihatlarıma uymak sizin saadetinize vesile olur.

Bazen aklınıza gelebilir ki: âmir, ümerâ vb. ile beraber olmak, onlarında salahlarına sebeb olur. Onlara da nasihat edilebilir diye düşünebilirsinizde. Fakat Sufyanî Sevrî hazretleri “Bu şeytanın iğvalarından bir iğvadır” buyuruyor. Hem de bilâkis kendi zamanı için böyle buyuruyor. Bizim zamanımız ise fesada dönüşmüştür. Bu gibi şeyler yapmaya her fert yapmaya kadir değildir. Mümkün de değildir. Şeytanın iğvası bu yönden giriş yapabilir. Dolayısıyla bu kuvvet bizde olmayınca bu gibi şeylerden kaçınmak en güzel tarafımızdır. Şuna da dikkat etmek gerekir ki; onlardan hazer etmek demek onları hor ve hakir görmek de değildir. Sanki bizler masumuz gibi tüm hataları, zulümleri onları tasavvur eder misilli de olmayız. Zira, mezalimlik olsun, nahoş kelimeler olsun bizim hepimizde de vardır. Masum da değiliz. Ancak; bunlardan uzak durmamızın tek sebebi, töhmete girmemek, gaflete düşmemek ve bu kimselerin aleyhlerinde de konuşmamak içindir. Bu ise şarttır. Yani, gıybet gibi sebbetmek (sövmek) gibi şeylerde asla gerekmiyor.

Zira; Cenâb-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bunu şiddetle nehyeder ve tenbih eder. Aleyhissalatü Vesselam hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:

لاتسبوا الائمة وادعوالهم بالصلاح فان صلاحهم لكم صلاح

 (رواه الطبرانى فى المعجم )

“Başlarınızdaki kimseler yani eimmelere (imamlara) sebbetmeyiz. Ancak salahları için ve hidayetleri için dua ediniz. Belki içinizden birisinin duası ihtimamla geçerli olur da onların salahı olursa duanız sebebiyle sizinde salahınız olur...” Bu hadis Taberani'nin Müc'emi'nde mevcuddur. Ve sağlıklı, sıhhatli, senet sahibidir.

Buraya kadar olan kısımda sohbet ve muaşeretle tavsiye bitmiştir. Bundan sonra ise; Mübarek kendi zamanını kastederek: Bu günden itibaren tarikate alınmayacak zümreler şunlardır, diye saymıştır. Tabiki bu zümreleri sayarken biraz tafsilat verip genişletmek sorumluluğumuz ve azmimiz vardır. Allahü Züicelâl'in izni ve inayeti ile...

Her zümreyi birer birer sayarak teker teker anlatmaya gayret edeceğiz, inşaallahü teâlâ...

Birinci tenbih: Şöyle buyuruyor; Bu günden itibaren tarikate alınmayacak olan zümrenin bir tanesi amir, ümerâ ve avâneleridir. Bunların tarikate alınmamasını tenbih eder. Tabiki Mübarek kendi devre ve zamanında gördüğü haller için sebeb ve mucibe gereği tenbih ediyor. Hele şu zamanımızda ise daha da fazlalaşmıştır. Bu kimseler fitneden emin değillerdir. Fitne içindedirler. Aynı zamanda gurur kibir ve fıskü fücurları aşırıdır ve fazladır. Ya mertebeleri, ya mansıbları ya da malları melallerinden dolayı gururlu gelirler. Acziyete, fakriyete, zillete ve illete inmezler. Hâlbuki tarikatın ana üslubu budur. Bu tarikat-ı aliyye gurur ve kibir gibi halleri asla hoş görmez.

Cenâb-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gurur, kibir ve kendini beğenme hakkında;

ان العجب ليحبط من العمل سبعين سنة

“Gururlanmak, böbürlenmek ve kendini beğenmek (ücûb) amelinizin 70 senesini hemen yok eder.” Hadisin ravisi İmam-ı Deylemî hazretleri Firdevs'inde Hüseyin İbni Ali (ra)'dan rivayet etmiştir.

Gelelim bu kimselerin, âmir, ümerânın fitneden emin olmamalarına. Fitneden de emin olamazlar. Hatta bir gün mübarek şeyhimiz Mevlânâ Alaaddin (ks)'in yanında bulunduğumuz bir anda particilikten ve devlet adamlarından konuşmak istediler de şöyle buyurdu: “Kesinlikle devlet ricalini ne medhediniz ne de zemmediniz. Çünkü medhe uygun değiller, zemmi de zaten hoş olmaz, ne de olsa devlet ricalidir. Onun için medhetseniz ekserisinde fıskü fücur ve inhimak (ahmaklık) mevcuttur.”

Dolayısıyla bunlarla olunduğunda fitneden emin olamaz. Fitne ise zaten tehlikelidir. Fitne hakkında Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:

ان السعيد لمن جنب الفتن ولمن ابتلى فصبر

“Said odur ki, fitnelerden uzak durandır, bir beliyyeye dûçâr olup da sabrını bilendir.” Hülâsa haliyle saidliği tercih etmek lâzımdır. Şekavete girmekten ise saidlik iyidir. Rabbımız (Celle Celalühü) cümlemizi said kısmından kılsın. Âmin...

Hülâsa; bu gibi şahsiyetlere tarikatten imtina' (geri durma) sebebi budur. Aynı zamanda şu ahirü'z zamanda da amir ümerâ durumu şu propagandaları ve benzeri hakkında geniş bir hadis-i şerif vardır. Aleyhissalatü Vesselam şöyle buyuruyor:

امراء فى آخر الزمان لا يتسنون بسنتى

“Ahir zamanda ki amirler benim sünnetlerimle hiç âmil olmazlar, namaz kılmazlar, ibadete yöneltmezler.” Ve çok toplum halinde (miting meydanı) gavvaşe, sanki deniz dalgası gibi... Tabiki, propaganda anlarında fazlaca birikinti ve kalabalık olur. Bu kimsenin anlattıklarına millet kulak verir. Yalancılıklarını millet tasdik eder. Mezalimliklerini ve haksızlıklarını da destekler. Ve hoş görürler. Bu misilli kimseler benden değil, ben de onlardan değilim

ولايلد على حوضهم

“Havz-ı kevserime de asla uğrayamazlar” buyuruyor.

Şayet; bunların tersine onlara uymaz, yalancılıklarını tasdik etmez, mezalimliklerini tasvib etmez. Ve bunlardan uzak durur, kapılarına varıp da mülevvesat hallerine yakın olmaz ise onlar benden, ben de onlardanım ve havz-ı kevserime de uğrarlar. Bu hadisi Hafızü'l Munzerî, Kitabü't tergib ve't terhib de muhtelif senedlerle belirtmiştir.

İkinci tenbih: Halid-Î Bağdadî hazretleri şöyle buyuruyor:

ولاتدخلون التجار المتفكهين بالدنيا المنهمكين فى الشهوات

Tüccarları da tarikate almayınız. Hangi tüccarı acaba? Bunlar dünya zevklerine ve süslerine kendini tamamen kaptırmış, sefahate dalmış, varlığını ve şuurunu tamemen enaniyet ve şehvetlerine teslim etmiş olan kimseler... Bu misilli kimseleri de tarikat-ı aliyyeye almayınız, diye tenbih eder. Zira Allahü Zülcelâl böyleleri hakkında şöyle duyuruyor:

يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ عَنِ الْآَخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ

 (Rum/7)

“Onlar dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahirette ise onlar tamamen gafildirler.” Onlar dünya hayatının zahirini iyi bilirler. Şeytan ve nefs-i emmarenin emri altında yaşarlar. Desiseleri de iyi bilirler. Fakat maalesef ahiret kısmına gelince tamamen gafildirler. İşte bu misilli kimseler de tarikate lâyık değillerdir. Meğer ki Rabbımız (Celle Celalühü) tevbe nasip ederde bu hallerden sarf-ı nazar ederler. Yoksa; Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:

حب الدنيا رأسى كل خطيئة

“Dünyayı sevmek hataların başıdır.” Madem ki dünyayı sevmek hataların başıdır onu sevmemekte itaatların başı demektir. Muhabbetin tersi onun rafdıdır. (Rafd, muhabbedin zıddıdır.) Zira ni'metin zıddı nikmet ve nikmet ise şiddetli cezadır.

 

Kardeşlerimiz; mübareğin bu şekilde buyurmasını çok görmeyiniz. Esasen dünyayı sevmemek dünyadan çıkıp gitmekde değildir. Dünya hem ni'mettir hem de nikmettir. Zira; Dünya vasıtalığıyla enbiyâ da olunur, dünyayı aşırı sevmekle Firavun da Nemrud da olunur... Madem ki bu dünyaya istikbâlimizi temin için gelmişiz ve imtihan diyârındayız. Eğer geleceğimizi sağlayamaz isek o zaman ebedi hayatımız mahvolur. Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu sebebden dolayı şöyle buyuruyor:

الدنيا ملعونة ملعون ما فيها الاماكان منهالله عز وجل

)رواه ابو نعيم فى الحلية بسند صحيح(

“Dünya ve dünya muhteviyatı mel'undur:” Allahü Zülcelâl dünyanın bir nesnesinden hoşlanmıyor. Ancak; dünyanın içinde bulunup yaşarken “Allah ve lillah için yapılan nesneler hariçtir, müstesnadır.” Çünkü bunlar Allahü Zülcelâl için geleceğimiz ve istikbâlimiz için yapılıyorlar. Kendi yararımız, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ın hoşnutluğu ve Allahü Zülcelâl'in rızası için yapılıyorlar. İşte bunlar için yapıldığında dünya ve dünya işleri o zaman nikmet değilde ni'mettir. Böylece istikbâlimizide sağlamış oluruz. Fakat bundan mahrum olursak; o zaman bu yaşayış hayatı mıdır? Düşünün bir kerre bu misillü kimselere tarikat versen ne olur ki?..

Allahü Zülcelâl dünyayı yarattığında bir defa için nazar etmiştir. Başka hiç bir hoş nazarla bakmamıştır. Merfuddur (rafdedilen kovulan salıverilen). Dünya denaettendir (alçaklık). Ancak Allahü Zülcelâl Hadis-i Kudsi de:

يا دنيا من خدمنى فاخد ميه ومن خدمك فاستخدميه

“Ey dünya bana hizmet eden kuluma kendin hizmetçi ol. Sana hizmet edeni de kendine hizmetçi kıl.” İşte hulasaten diyeceğimizde bu idi. Ya dünyayı kendine hizmetçi kılacaksın ya da sen kendin dünyaya hizmetçi olacaksın. Bu ikisinden hangisini seçersin acaba? Allahü Zülcelâl cümlemizi dünyanın, şeytanın ve nefsin şerlerinden korusun, kendi rızasını ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ın hoşnutluğunu nasib ve müyesser eylesin. Âmin...

 


 

Üçüncü tenbih: Şöyle buyuruyor Halid-i Bağdadî Hz. leri:

ولامن العلماء وطلبة العلم الذين جعلوا العلم وسيلة الجاه عند الخلق وجمع الحطام

: Burada beyan ettiği; ülâma ve ilim talebelerini de tarikata almayınız. Zira; bunlar ilimlerini vesile kılıp câh, şeref, mertebe veya dünyalık cemine dünyalık derlemeye girişebilirler. Halbuki; ilim, ne debdebeye ne mertebe ve mevkiye, ne şeref ve yücelmekte kullanmaya, ne rütbe ve benzeri gayelerde kullanmaya ve nede hırs-ü-tamahla dünya malını toplamak gibi sebebler için değildir. Asla bu sebebler için ilim yapılamaz, okunamaz ve işletilemezde. İlmi bu minval üzere işletenleri de tarikat-ı âliyyeye almayınız. Zira tarikatı da kendi hallerine benzetirler ve o hâle getirirler. Dolayısıyla ilim yaparken ve okurken Allah rızası için olmazsa iyi netice alması imkansızdır. Zira, ilim Allahü Zülcelâl'in sıfatlarından bir sıfatıdır. Onun sıfatı kendisine yakışmayan bir nesneyle karşı karşıya getirmek hoş değildir. Yâni; ilim sıfatını dünya câhı (itibarı) şerefi ve dünya malı gibi şeyler için bu şekilde vesile kılmak Allahü Zülcelâl'in gazabını celbeder. İlim kendi sıfatıdır onu koruması lâzımdır. İşte bundan dolayı mübarek bu şekilde ulemâ ve ilim talebelerininde tarikatı alınmasını uygun görmemiştir ve bu şekilde beyân etmiştir.

Bir hadis-i şerifle de tezini isbat ediyor. Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:

عن انس بن مالك عن  رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: العلماء امناء الرسل مالم يخالط السلطان ويدخلون الدنيا فاذاخالطواالساطان ودخلواالدنيا فقد خانا لرسول فاحذروهم

: Âlimler Rasüllerin emniyetçileridirler. Ama şart koşmuş ki; padişah erkanları ve mahiyetleri arasında bulunup giriş yapmadıkça onlarla teşrik-i mesai yapmadıkça birde dünya malına meta'ını toplayıp derlemeye karşı hırsı ve tamahı olmadıkça âlimler rasüllerin emniyetçileridirler. Fakat bunun tam tersini yaparlarsa, onlara giriş yaparlar mertebe itibar ve şeref ararlar ve ayni zamanda dünya malını meta'ınıda toplayıp derlemeye hırs ve tamahları olursa bu misillü kimseler bilsinler ki Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'a hiyânet etmişler ve haindirler. Bunlardan hazer ediniz uzak durunuz. Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bizleri hazer ediniz çekininiz diye buyurup tenbih edince mübarek zâtta böylesi kişilerin de tarikata alınmamasını tenbih etmiştir. Bu hususda İmam-ı Ahmed'in de bir hadisesi vardır. Vaktiyle talebelerinden bir talebeyi çok severdi ve tercih ederdi. Günün birisinde sokaklar arasında gezerken o talebesini görmüş ki, kerpiç döküp ev yapmak istiyor. Fakat derlediği toprağa başkalarını toprağımda karıştırıyor. İmam-ı Ahmed o talebesini meclisinden derhal tard etmiş ve onu bir daha okutmamıştır. Zira “bu gün haram ve helâli seçemiyorsa yarın elde ettiği ilmi de ayni yolda harcar” diyerekten bu talebesini bir daha kabul etmemiş ve okutmamıştır.

 

Kardeşlerimiz; Bedenimizi emniyet edeceğimiz hâzik bir doktor seçmiyor muyuz? Hâzik, düzgün ve dürüst olmayan bilgisiz bir kasab mı olsun yâni!.. Bedenimize bu şekilde ihtimam gösterirken dinimize de ayni şekilde ihtimam gösterip önem vermemiz elbette çok lâzımdır. Onun için böyle tenbih etmekle haklıdır mübarek. Evet, tarikata girecek ama tarikatı ne gaye ve ne yönle kullanacağı belli olmuyor ve bilinmiyor. İşte bu misilli alimler kendilerinin olsun onların yetiştireceği talebelerin olsun tarikattan uzak tutulmaları en güzel tarafıdır.

 


 

Dördüncü tenbih: Şöyle buyurmuş:

ولامن البطالين الذين يستندون الى الطريقة بسبب البطالة فيحملون اثقالهم الى رقاب الناس باسم الصلاح والارادة

Attal battal ve biraz tembelce olan kimselere de tarikat vermeyiniz. Zira böylelerinin tarikata girme gaye ve sebebleri yüklerini başkalarını sırtına yüklemek kasdiyledir. Elbette tarikata girmiş kardeş olmuş diye tarikat arkadaşları ve kardeşleri bu kişinin sıkletini ve ağırlığını yüklenip çekmek isterler. Halbu ise mübarek bu misilli kimseleri de tasvib etmiyor. Mübarek bu yönde de çok haklıdır. Zira, Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) devresinde bir sahabeyi kiramı tekrar tekrar medh-ü-senâ ettiler. İbâdetini ve gayretkeşliğini anlattılar dinine çok çalışır hep ibâdet eder dediler. Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sordu: “Bu kimsenin ihtiyaçlarını kim karşılamaktadır, kim temin etmektedir?” Sahabe de: “Efendim kardeşi vardır çalışır çabalayıp bu kimsenin de ihtiyaçlarını temin etmektedir” dediler. O zaman Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Kardeşi kendisinden hayırlıdır, zira kardeşi kendisine bir şey vermese bu şekilde yapamaz bu hale getiremez ve bu kimse esasen hazırcıdır” buyurmuştur.

Bir başka misâl ise Hz. Ömer (ra) bir gün camiden çıkarken bazı attal, battal ve tembel kimseleri köşelerde oturmuşlar görürde; “Neden sebebe başvurmuyorsunuz işe güce gitmiyorsunuz?” diye sorar. Onlarda: “Efendim bizler Allahü Zülcelâl'e tevekkül ehliyiz oturmuşuz O'nu zikrediyoruz rızkımız içinde O'nu vekil ettik” dediklerinde, “Siz bilmiyorsunuz ki: “Lâ yemturi La Fiddeten vela Zeheb” Allahü Zülcelâl gökten gümüş ve altın yağdırmaz. Sebebe başvurunuz. Heyyû alel esbab: Yâni, sebeb mucibelerine başvurunuz ve çalışınız. Sizinkisi tevekkül ehli değilde teekkül (yiyici) ehlisiniz Yani, hazır yiyicilersiniz, hazırcısınız” buyuruyor.

Yine Hz. Ömer (ra) bazen bir genci görüyorum da çok hoşuma gidiyor. İşin gücün nedir, sanatın nedir diye sorduğumda verdiği cevab hep “hiç, hiçtir...” derken gözümden düşer gider buyuruyor.

Hasani Basrî'ye sormuşlar ki “Efendim Basrada iki kimseden birisi ibadetine çok düşkün gece gündüz ibadetle meşguldür fakat işi gücüde yoktur. Diğeri ise esbab mucibelerine başvuruyor, çalışıyor ve hem kendi ihtiyacını temin ediyor hemde öbürüsünün bu arada ibadetlerini de ancak zaruri olan farzları ve etrafındakilerden yapabildiği kadarını yapıyor bununla yetiniyor. Diğer vakitlerinde ise işinde çalışıyor. Bu kimselerden hangisi daha hayırlıdır” derler. Hasani Basrî Hazretleri: “Çalışan daha hayırlıdır” buyurmuştur, işte mübarek Halidi Bağdadî hazretleri de bu hususları biliyorda onun için bu gibi atalete batalete yön vermiyor ve tasvibde etmiyor.

 

Beşinci tenbih: Şöyle buyuruyor:

ولامن الذين اذاتيسرلهم رتبة من مناصب الدنيا وثبوااليها وثبة النمر وقدكانوا يغضبون اذا تساوى بهم احد من الخلفاء فضلا عن غير هم من المريدين

Tarikat verilmeyecek olan beşinci zümreyi de (grup) şöyle anlatmış mübarek; bu kimselerin görüntüleri dünyayı fazla sevmeyen çok muttaki itinalı ve zahid kimselerdir. Görüntüleri böyledir. Fakat aniden karşılarına dünya mertebelerinden bir mertebe çıkacak olursa kaplanın avına atılışı gibi o mertebeye atılırlar ve o mertebeyi almaya meğer hevesleri varmış. Fakat görüntülerinde yoktu. Ama karşı karşıya gelince maliyetlerini ortaya koyuyorlar. Üstelik dünyaya karşı böylesine hırs ve tamahları olmasıyla beraber kendilerinden başka kimselerinde sevilmelerini istemezler. Hasedlik ve fesadlık da vardır. Hatta ki kendi emsalleri olan müridânları bir tarafa bırak halife olsa bile kendilerinden fazla bir rağbet göstersen bunu dahi çekemiyorlar. İşte bu misilli kimseleri de tarikat vermeyiniz. Hased görüntüsü vardır. Zâten iblis'i de bu hale ileten haseddir. Allahü Zülcelâl bizleri korusun. Âmin...

Kardeşlerimiz hasedle ilgili bazı hadis-i şerifleri bu vesile ile beyân edelim.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: الحسد يفسد الايمان كما يفسد الصبرالعسل

Hadis meali: Hased imanı fesada uğratır. Saban (acı) bala karıştırdığında nasıl ki fesada uğratıp bozuyorsa hasedde imanı bu şekilde fesada uğratır. Yok etmezsede fesada uğratır ifsad eder.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: السد يأكل الحسنات كماتأكل النارالمطب

Hadis meali: İnsanda hased hasene bırakmaz. Yâni, ateşin odunları kül haline getirdiği gibi hasedde hasene birikintisi bırakmaz hepsini yakar. Allahü Zülcelâl cümlemizi korusun kendisinin ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ın rızasını nasib ve müyesser eylesin. Âmin...

 

Altıncı tenbih: Mübarek şöyle buyuruyor:

ولامن الذين يريدون الخلافة ليثتهروا لما رأوا ان بعض الناس صارت لهم الشهرة وجمع الفلوس بسبب الخلافة

Hilâfet arzu ve isteği olan kimselere de tarikatı vermeyiniz. Neden? Zira; o kimseler bazı hâlifeleri gördülerde hem şöhret sahibi olmuşlar hem de dünya malının fülüsunun (akçe-para) cem'ini de yapmışlar. Halife olunca bunları elde etmişler. Ve kolayca bu iki emellerine ulaşmışlar. İşte böylesi halifeleri gören kimselerde kendileri de onlar gibi haris olduklarından hilâfet makamına gelip şöhrete ve mala kavuşmak için bu tarikata girmeyi taleb ederler. İşte bu sebebledir ki tarikat-ı âliyyenin nezâhatının paklığını mülevvesata iletmemek için bu en iyi hükümdür.

Bundan sonra tenbihatı bitmiş oluyor ve mektub yazmış olduğu halifelerine mektub sahiblerine hitab ediyor:

واعلموا ان احبكم الى اقلكم اتباعاً وعلاقة بأهل الدنياواخفاكم مؤنة واشغلكم باالفقه والحديث

Kendisinin sevdiği fazla muhabbetinin olduğu zümreleri sayıp ilân ediyor. Bilin ki en fazla sevdiğim kimseler etbâ'ı yâni cemaatı az olanlardır. Dünya ehli olan kimselerle fazlaca bir irtibatı ve alakası olmayanlardır. Olursada az olandır. Minneti ve külfeti fazla olmayandır. Yâni milletin sırtına fazla külfet vermeyendir. Ve oldukça azamı işleri fıkıh ilmiyle hadis ilmiyle meşgul olanlardır. Böylece sevdiği zümreleri birer birer sayıp beyân etmiş oluyor. Bu meyânde de şöyle bir hadis beyân eder:

وردفى بعض الاحاديث: ما ازداد رجل من السلطان قربا الا ازداد من الله بعداولاكثرت اتباعه الاكثرت شياطينه ولاكثرماله الاشتدحسابه (جامع اصغير)

Bu hadis-i şerif Camiu's Sagir'de mevcuttur. Hadisin meali şöyledir: Dikkat ediniz ki; padişah, etbâ'ları ve avânelerine fazlaca yakın olduklarında ne gibi zararlara uğruyor ve ayni zamanda da Allahü Zülcelâl'in rızasından ve rahmetinden nasıl uzak kalıyorlar. Bir kimse etba' ve cemaatının fazlalığına heves ederse ve fazlalaştıkça neler oluyor... Tamamen şeytanları çoğaltmış olur. Yine bir kimse malının çoğalmasını heves ve arzu ettiğinde bu da hesabının şiddetlenmesine sebeb ve vesile olur. Hülasa, tefekkür sahibi olalımda, dünyamız harab olsada yeter ki ahiretimizin ma'mur olmasına yarayacak şeylere heves ve arzumuz olsun...

 

Kardeşlerimiz; işte bu sebeblerle bunları bu şekilde beyân ettikten sonra kendilerine söylüyor ki; dahasını anlatmaktan müstağni olup bunun tersine olacak hallarde zararların neye malolacağını artık kendiniz düşünün. Zira, tâbi olanların fazlalığı şeytanların fazlalaşmasına sebeb olunca... Yine, sultanlara veya onların avânelerine ve âmirlerine yakın olmak ise Allahü Zülcelâl'in rıza ve rahmetinden uzak olmaya sebeb olunca... Malın çokluğuda hesabın ve azabın şiddetlenmesine sebeb olunca nasıl olurda bunların tersine düşünebiliriz. İşte bunun zararlarını gözönüne getirelimde bu hallerden hazer edelim.

Şimdi diyeceksiniz ki; cezbeler, coşkunluklar ve bazı haller olursa ne denir? O zaman bunlarında fazla olmasına asla mağrur olmayın. Cezbe vs.b gibi hallerin çokluğuna da heves etmeyiniz. Halkı cezbeye getirmeye çalışmak gibi hallerde mühim değildir. Zira, Hz. Cüneyd ve devresindeki olan Sırrı Sakatî ve benzeri zâtlar bir kimse cezbeye tutuldu mu şöyle buyuruyorlar: “Kaldırın şunu Dicleye atın eğer rahmanî ise Musa (as) gibi kurtulur. Yok eğer şeytanî ise Firavun gibi garkolur.” Dikkat etmek gerekir ki cezbe iki yönden de hücûmeder. Hem melek hemde şeytan temas ettiği zamanda şöyle çımkıştırır ve dürter. Rahmanî olursa inanın ki ateşleri dahi söndürür, başını taşa vursa taşı kırar. Biz bizzâtihi minareden cezbe halinde kendisini atan ve hiçbir şey olmayan zatı dahi biliyoruz. Böylesi cezbeyi de inkâr etmiyoruz. Rahmani cezbe Allah, lillah için olur ve aşk-ü-cezbesi kendi ihtiyarı dışına çıkar. Hz. Musa (as) devresinde bazı kimseler cezbeye tutulurlardı da gömleklerini yırtarlardı. Allahü Zülcelâl Hz. Musa'yı (as) uyardı: Ya Musa bunlara söyle gömleklerini yırtmak mesele değil, kalblerinin perdelerini yırtsınlar. Onun için bizlerde kalb perdelerimizi yırtabilsek o zaman cezbe geçerli olur. Yoksa görüntü olarak coştuk, koştuk, tündük veya sıçradık neye yarar? Hatta bazı zatlar bu gibilerini pireye benzetmişlerdir. “Pire gibi doydukça tünnemeye sıçrayıp zıplamaya başlarlar.” demişlerdir.

Hülasa bu gibi nahoş şeyler esasen tarikata yakışmayan uygun olmayan böylesi riyakârlık ve sümâ benzeri gösteriş gibi şeylerden hâzer etmek lazımdır. Mübarek Halidi Bağdadî Hazretleri de öyle istiyor. Sonra kendi zamanında Kur'an-ı Kerim hatmi yapılırdı. Bu husustada onları uyarıyor ki; Sakın ola fazlaca talebe bulunsunda fazla hatim okunsun demeyin. Bu pek mühim değildir. Mühim olanı şudur ki; otuz kişi olsa yevmiye birer cüz okumak suretiyle bir hatim yapılabilir. Şayet böylesi sûfîye tarikat ehli olmasa dahi çevrede coşkun ve hal sahibi olan bir çok kimseler vardır, Velevki komşulardan tanıdık kimselerden olsalar dahi... Hatta tarikata dahil olmasalarda Kur'an okumaya heves edenler olabilir. Şayet bunlarda bulunmazsa yevmiye bir hatim yapılamaz ise Allahü Zülcelâl buyuruyor ki:

لَا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا

 (Bakara /286)

Yâni her ferdi kendi vüs'ati gücü nisbetine göre mükellef kılmış ve sorumlu tutmuştur. Dinimizdede, tarikatımızdada hiçbir zorlama yoktur. Bu nedenle Halidi Bağdadî Hazretleri şöyle buyuruyor: Sizlere çok halisane kimseler bırakmışımdır. Fakat bunların dışında dahi tarikata girmemiş olan nice kimseler vardır ki halisane âmel sahihleridirler. Ve Kur'an okumayı da candan yapacak tarzdadırlar. Bahsedilen zemime (kötü) hallerin vasıflarına mevsuf olmadıktan sonra böylesi tertemiz kimselerin bir tanesi günümüzde dahi icabında bin tane mülevvesât sahibi olanlara bedeldir. Ayrıca zorluk, sorumluluk ve bir mecburiyette yoktur. Zâten Allahü Zülcelâl teshilat taraftarıdır. Ayet-i kerimesinde:

يُرِيدُ اللَّهُ أَنْ يُخَفِّفَ عَنْكُمْ

 (Nisa/ 28)

“Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister.” Allahü Zülcelâl tahfifat (hafifleştirme) ve teshilat (kolaylaştırma) taraftarıdır. Hadis-i şerifte:

يسروا ولاتعسروا

“Dininizde kolaylık gösterin zorlaştırmayınız. Zorlama yoktur” buyuruyor.

Bununla yetinip mektubun sonuna doğru geldik. Burada da bir tenbih vardır. Halifesi olan Ubeydullaha olan tenbihine iyice kulak verelim. Bu tenbihinde bir tarikat ehline hilafet verildiğinde bir muhalefet vaki olduğunda ne gibi afat ve felâket olacağını beyân etmiştir. Şu hususları kesinlikle terkedip yapmasınlar diyor: Kadınları evlerinde toplayıpta teveccüh etmesinler. Evlerinde böyle toplantı ve davet yapmasınlar. Zira bu gibi şeyleri tenbihte etmedik tasvipde etmiyoruz. Kendi enâniyyeti, benliği ve çıkarı içindir. Halife olduğu halde gerekli görev ve halleri icra etmeyip halife değilmiş gibi davranamaz. Halifelik makamında tenbih ve emirlere asla muhalefet olamaz. Bir murid ile bir halifenin sorumluluğu ayni değildir. Halife muhalefet ederse mertebesinde öyle bir düşüş olur ki tasavvurun dışındadır. Halife olanın hali bir müridin veya tarikata girmemiş dünya ehlinin haline de hiç benzemez. Nitekim bahsedilen Halife Ubeydullahın bir kardeşi vardı bir bağlılığı olmadığı halde sadece muhabbeti vardı. Bu muhabbeti sayesinde kendisinden de üstün bir halde olmuştur. Allah rahmet eylesin, diye tabir ediyor. Kabri de nur olsun buyuruyor. Bu halife Ubeydullahın ise gururlu bir hali olup bir çok hülefadan üstünlük taslaması dahi vardır. Bu düşüş olmasına rağmen hem ücûb hemde gurur içindedir. Bilsin ki ben kendi sorumluluğunu üzerimden atmışımdır. Nitekim kendi reşahat isimli esere müracaat etse Hazreti Şahı Nakşıbend (ks) imamü't tarikat ve Ubeydullahı Ahrar bazen bu gibi basit bir muhalefet sebebiyle müridini tard etmiştir. Bu ise bir halife için aşırı derecede bir muhalefet ve tarikata uymayan hallerdir. Ve sonunda şöyle buyuruyor: Rabbımız (Celle Celaluhu) ayet-i celile'de şöyle buyuruyor.

وسيعلم الذين ظلموا اى منقلب ينقلبون

: Zalim olanlar ve nefsine zulmedenler geleceklerinde hangi düşüşlerin olacağını ne gibi değişik hallerin geleceklerini kendileri mutlaka görecekler ve bilecekler.

Mektubun sonunu bağlayışta ise şöyle buyuruyor:

اضعف العباد خالد النقشبندى

Kulların en zayıfı Halidî Nakşibendî. Yâni meşrebi olan Nakşî ve reisi olan Nakşî. Sadatın reislerinden bir zât...

اللهم نفعنا بجير هم وبركاتهم آمين بجاه سيد المرسلين والحمدلله رب العالمين

 

Kardeşlerimiz; mektubun muhteviyatını okudunuz. Belki fikrinize gelir ki tarikata girmeyecek olan 6 zümreyi saydık tüccar ulema amir umara ve diğerleri. Acaba neden bunları tarikata almayın buyurdular. Bu sözü umuma şâmil tasavvur etmeyiniz. Zira bu zayıf şahsiyetler için böyledir. Mesela bu mektubu yazdığı üç hülâfâ gibi. Biliyorsunuz ki bir göl veya birikinti suyu az bir şey hemen bulandırır. Ama daha önce anlattığımız gibi dağ veya deniz gibiyse onlara karşı bir esintinin bir dalganın ne tesiri olabilir ki... Ancak zayıf şahsiyetler olursa amir-ümera kendilerine bağlandıklarında vali oldu ağa oldu paşa oldu hesabıyla böbürlenebilirler. Tüccar kısmı bağlandıklarında onların servetinden yardım olur şeklinde düşünerek belki falan alim bana bağlandı şöyle oldu böyle oldu diyebilirler. Hülasa tarikata alacak olan kimselerin seçebilecek kabiliyet sahibi olması lâzımdır. Seçenek yapabilme hali varsa keşif erbabıdır. İnanın ki müridin geçmişini şu anını ve geleceğini dahi bilir. Bu hususda Hazreti Şahı Nakşıbend (ks) buyuruyor ki; eğer bir kimse bir murid alacağında müridin geçmişini ve geleceğini müşâhade edemiyorsa ve keşfedemiyorsa bu kimsenin o müride tasarruf etme yetkisi hiç yoktur. Ve bu husus çok ağırdır çok... Onun için Hazreti Halidi Zülcenaheyn Kudduse sırrıhu'l azizin bizzâtihi kendisinden çok sevdiği âmir ve ümerâlar çoktur. Hatta mensubu olan çok paşalar ve valilerde vardır. Onlara yazmış olduğu mektubları da mevcuttur. Ancak, yukarda anlatılan misilli istisnalarda vardır. Bunları da açıkça vasıflandırmıştır. Mezmume (kötü) olan vasıflarla mevsuf kişileri kötülenen sıfatları olan kimseleri almayın buyurmuştur. Tüccarlar hakkında ise hadis'e dayalı olarak buyuruyor:

 

Birinci hadiste:

التاجر الامين الصدوق المسلم مع الشهداء يوم القيامة

Hadis meali: O tüccar ki hem emindir, hem doğrudur ve hemde müslümandır. O kimse kıyamet günü şüheda (şehitler) zümresiyle beraber olacaktır. Hadisin ravisi İbn-i Ma'ce ve Hakim ibn-i Ömer (ra)'den.

 

İkinci hadiste:

عن ابن عمر رضى الله عنهما: التاجر الصدوق الامين مع النبيين والصديقين والشهداء

Hadis meali: Bir tüccar ki hem sadık hem emindir. Bu kimsenin mükafatı nebilerle sıddıklarla şehidlerle mahşeri olacaktır. Hadisin ravisi Tirmizi ve Hakim Ebu Said (ra)'den mervi.

 

Üçüncü hadiste:

عن ابى السعيد: التاجر الصدوق تحت ظل العرش يوم القيامة

Hadis meali: Sadık olan, doğru olan ve her yönden itimad edilen bir tüccar yarın kıyamet günü Arş-ı âlânın gölgesinde gölgelenecektir. Hadisin ravisi Ebu Naimf Esbahanf Firdevs'inde Enes ibn-i Malik (ra)'den.

 

Dördüncü hadiste:

التاجر الصدوق لا يحجب من ابواب الجنة

Hadis meali:

Bir tüccar ki; ahdine sadık alışına verişine dürüst, emin ve itimad edilir cennet kapılarının hangisinden girmek isterse hiç bir engel çıkmaz buyuruyor. Hadisin ravisi: İbn-i Neccar İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet etmiştir.

 

Beşinci hadiste:

التاجر الجبان محروم والتاجر الجسور مرزوق

Hadis meali: Korkak olan tüccar mahrumdur. Cesur olan tüccarın rızkı da çoktur. Demek ki burada Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ın tavsiyesi şu ki; Tüccar biraz atılgan, cesur ve tevekkel ala Allah olması lâzımdır.

Ulemâya (âlimlere) gelince, zâten bunun anlatılmasına hiç gerek duyulmuyor. Çünkü; onların vasıflarını belirtmiş. Düşük gayeleri ve ilme münasib olmayan hallerin sahibi de olunca... Haliyle mezmumu vardır mahmudu vardır. Yerileni ve övüleni vardır. Yoksa ulema dediğimizde zâten tarikat erbabı ve reisleri ulemâların ülemâsıdırlar. Ulemâ dendi diye hepisi de tarikat dışı değildir. Ulemâ ki onlar enbiya mirasçılarıdırlar. Rasüllerin emniyetçileridirler. Onun için hali hazır Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ın ümmetinin ulemâları geçmiş ümmetlerin nebilerinin gördükleri vazifelerle ayni vazifelerden sorumludurlar. Ayni seviyededirler. Ancak istisna olan makamlarıdır. Nebilerin müstesna makamları vardır. Ulemâ ise enbiyayı taklid ederler. Benzerleridirler. Çünkü cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'dan sonra peygamber olmayınca onların yerine âlimler vazife yapıyorlar. Onun için rastgeleye bir âlime tarikat vermeyin demek değildir. Öyle âlimler vardır ki kendisini tamamen Allahü Zülcelâl'e vermiş O'ndan bile birşey istemeye hazer eder ve utanırlar. Nerde kaldı halkın üzerine külfet olmak?.. Halktan bir şey istemiş olmaları düşünülemez bile... Onlar mübarek ve müstesna kimselerdirler. Tevekkül ehlidirler. Kendisini tamamen Rabbısına bağlamış olan bu kimseler müstesnadırlar. Diğer attal-battal olanlar ise hilafet hevesi vardır başka gayesi vardır vs...

Hülasa hali hazır günümüzde bile carî hadiselere bir bakın. Birisi çıkıyor Almanyada kendisini halife ilân ediyor. O ülkede onların mandası altında yaşarken halifeyim diyor. Bu hususda faydası olur diye Allahü Zülcelâl'in izni ve inâyetiyle bir hadis serdedeceğim:

Hadis-i şerif:

يكون فى آخر الزمان علماء يناهدون الناس فى الدنيا ولا يزهدون ويخوفون ولا يخافون وينهون عن عثيان الولات ولا ينهون ويؤثرون الدنيا على الآخرة ويأكلون الدنيا بئلسنتهم اكلا يقربون الاغنياء ويباعدون الفقراء يتغايرون على العلم كما يتغايرالنساء على الرجال يغضب احدهم على جليسه اذا جالس غيره ذالك حظهم من اعلم

Hadis-i şerifi Imam-ı Ebu Talibi Mekkf Ku'tü'i Külûb sahibi beyân eder. İmam-ı Ali (ra), Abdullah İbn-i Abbas (ra) ve Kab'ü'l Ahbar (ra) olmak üzere üç kişiden merfu'en ve mevkuten rivayet eder. Hadisi buraya kadar üçüde beraberce rivayet edib yürütürler bundan sonra İmam-ı Ali (ra) ilâve olarak:

علمائهم شر الخليقة منهم بدت الفتنة وفيهم تغود

Abdullah Ibn-i Abbas (ra) ise ilâve olarak şunu da rivayet ediyor

اولئك هم الجبارون اعداء الرحمن

Hadis meali: Cenabı Rasulullah (Saliallahu Aleyhi ve Sellem)'ın mûcizelerindendir ki bu hadis-i şerifinde ahir zamanda ulema-i sûi nin (kötü olan ulema) ne hallerde olacaklarını beyân etmiştir. Şöyleki:

 

Birincisi: Milleti zühde, zahid olmaya davet eder ve onların mallarını ve paralarını oldukça harcatır fakat kendisi zühde asla uymaz. Halbuysa Rasulullah (Saliallahu Aleyhi ve Sellem)'ın şöyle bir hadisi vardır:

من ازداد علماً ولم يزدد زهدا لم ينال من الله الابعداً

: Kiminki ilmi çoğalır da zühdü de ilmine nisbetle dahada çoğalıp aşmazsa bu ilminden Allahü Zülcelâle yaklaşmasını değil de bilakis uzaklaşmasını elde eder.

 

İkincisi: Halkı Allah korkusuna Havfullaha davet eder ve her zaman “re'sü'l hikmeti mehafetullah: Her hikmetin başı Allah korkusudur” der. Allah korkusu, kıyamet günü ve bilhassa cehennemi âlet ederek milleti oldukça korkutur ve tehdit eder. Fakat kendisi hiç te korkmaz. Halbuysa Allahü Zülcelâl buyuruyor ki:

انما يجشى الله من عباده العلماء

: Hakikaten âlim ise üzerinde Allah korkusu diğerlerinden çok daha fazla ve üstün olması lâzımdır. Bu âyet-i celile isbat ediyor.

 

Üçüncüsü: Milleti âmir ümeraya fazla yaklaşmaktan men eder ve tenbih eder ki asla bunlarla fazlaca muaşeret, ittifak ve irtibat kurmayınız.. Fakat kendisi ise buna çok hevesli olup onlarla birlikte yaşamayı da çok çok ister. Halbuysa bununda çok fitne konusu olacağı evvelce beyân etmişizdir.

Bunlar dünyayı ahirete tercih ederler. Muhabbetleri dünyayı karşı fazlaca artışlıdır. Halbuki Cenab-ı Rasulullah (Saliallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki: “Hubbü'd dünya re'sietün külli hatietin: Bütün hataların başı dünya sevgisidir.” Bunu anlatmışızdır. Bunlar ayni zamanda hal ve ilimleriyle değilde dilleriyle geliştirmeye çalışırlar. Çok güzel lügat parçalarlar. Bu hususda çokda hünerlidirler. Zira Rasulullah (Saliallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:

يتعلمون الصرف الكلام

: Ahir zamanda ilimden daha fazla kelâm tasrifi öğrenirler. İşte bu misilli kimselerde bu şekilde dilleriyle halkı mal etmeye çalışırlar. Ayni zamanda zenginleri yaklaştırırlar fakirleri uzaklaştırırlar. Zenginlere çok tabasbüsleri (yaltaklanmaları) vardır. O sebeble Rasulullah (Saliallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki:

من تواضع لغنى نغنائه ذهب ثلث دينه

: Bir kimse zenginlere karşı yaltakçılık yaparsa bilsin ki dininin üçte birini kaybetmiştir. Halbuysa böylesi alim geçinenlerin zenginlere çok meyilleri vardır. Ve zenginleri ikna etmekte hünerleri ve kabiliyetleri çoktur. Fakirlere ise asla önem verip ihtimam etmezler. Hiçte rağbet etmezler.

Bunlar; kendi ilimlerinin üstünede çok düşkündürler ve çokta gayretkeşlikleri vardır. Ayni misâli Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) veriyor: Nasıl ki evli bir kadın erkeğinin başka bir kadına gitmesine razı değil ve gayretkeşlik gösterirse bunlarında ilimlerinin hazzı böyledir. Hatta bir kimse yanlarnına gelmiş bir kerre meclislerine oturmuş ise sonra da başka bir meclise gittiği duyulursa o kimseye söylenir kahırlanır hoşlanaz ve çehresini değiştirirler.

Hülasa; Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki: Bunların ilim öğrenişleri ve ilimden hazları böyledir. Gayeleri esasen kendilerinin benzeri ilim sahihleri bulunmasın benzeri cemaat bulunmasın. Etraflarına topladıkları kimseler artık asla başkalarına gitmesinler. Yâni, dünyanın varını yoğunu kendilerine mal etmeye çalışırlar.

Hadis-i şerif buraya kadar üç kişinin rivayetidir ve berabercedir. Bundan sonra İmam-ı Ali (ra) ilâveten: bunlar mahlukatın şerli olanlarından bir tanesidirler. Ayni zamanda da fitne kendilerinden doğar ve sonunda yine kendilerine döner ve avdet eder.

Abdullah İbn-i Abbas (ra) ise ilâveten: Bunlar cebabiredirler, Âlim değilde cebabirelerdir (zorbalar). Ve Rahmanın (Celle Celaluhu) düşmanlarındandırlar.

 

Hadis-i Şerif:

عن رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: قال يخرج فى اخر الزمان رجال يختلسون الدنيا بالدين يلبسون للناس جلود الضأن من اللين

Hadis meali: Ahir zamanda bir kısım kimseler (rical) peydah olup zuhur eder ve dünyalarını din yoluyla celbine ve cem'ine çalışırlar. Bunların giyinişleri insanları kendilerine celbetmek için kuzu postuna bürünürler. Kuzu demekten gaye biliyorsunuz kuzu sevilir ve kuzudan bir zarar gelmez. Dolayısıyla halkta bunların görüntülerine bakarda kuzu gibi zarar gelmez diye aldanıp kanarlar. Bunlar bundan dolayı bu giyimlere başvururlar Halbu ise hadisin devamında:

السنتهم احلى من العسل وقلوبهم قلوب الذءب

Dillerini dinlesen baldan tatlıdır, fakat kalbleri kurt kalbine bürünmüş ve o vasıfla vasıflandırılmışlardır. Biliyorsunuz ki kurtlar çok haris ve haindirler. Asla aza kanaat etmezler ve her zaman hıyanet düşünürler.

Hülasa Allahü Zülcelâl hadis-i kudsî'sinde şöyle buyuruyor:

ابى تفترؤن ام على تجترؤن فبى الأ بعثن على اولئك

Hadis-i kudsi meali: Bana iftira mi ediyorsunuz? Ben böyle mi istedim? Yoksa bu cüretinizden mi ileri geliyor? Zâtımla sıfatımla yemin ederim ki; onların üzerine öyle fitneler gönderirim ki en halim selim olan kimseleri bile hayrette bırakırım.

Candan kardeşlerimiz okuduğunuz hususlar bir terazi mesabesindedir. Yarar ve zarar...  Kendiniz kendi vicdanlarınızda tartınız. Bu ortamda Allahü Zülcelâl'in inayetine sığınıyoruz...

 

 

اللهم ربنا هيئ لنا من امرنا رشدا واجعل معونتك العظمى لنامدداً ولا تكلنا الى تدبير انفسنا فان عبادك الفقراء عاجزين عن اصلاح مافسدا اللهم وفقنا لما فيه الخير والرضاء آمن

وصلى الله  وسلم على سيدنا محمد وعلى اله وصحبه وسلم تسليما كثيرا آمين سبحان ربك رب العزة عما يصفون وسلام على المرسلين والحمدلله رب العالمين