Aziz Kardeşlerimiz;
İmam Hatib, kadınların meslekleriyle ilgili değildir. Allahü Zülcelâl kadınları sorumlu kılmamıştır. Ne cemaata ne cumaya mecbur tutmuyor. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) böyle buyuruyor ve kendi devresinde dahi cemaatından mahrum etmiştir. Kadınlar için namazın en efdali evinde en gizli ve en emin yerinde olması da tercihlidir. Onun için böylesi koşmalar ve coşmalarda yoktur dinimizde. Kadın İmam Hatib olamayınca nasıl va’azcı olacakmış, seside saçı gibi sakıncalıdır. Bizim anlatmış olduğumuz kadının kendi mesleğine uygun tahsildir. Çünkü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) herhangi bir kadını eli boş olarak gördüğünde “eline bir iş al” diye emrederdi. Bunu hiç kimse inkâr edemez. Kadının başı boş değilde bir el işiyle meşgul olması tercihlidir. Kız Enstitüsü dediğimiz ise hiç olmazsa vardığı bir yerde ihtiyaçları olan biçilecek, dikilecek, giyilecek, yenecek ve yahutta zaruri olan el işleri meseleleridir... Kızlarımız böyle işlerle meşgul olurlarsa ayrıca nafakalarını da sağlayabilirler. Yine ebedir, doktordur, hemşiredir vs. kısımlarından da tercihlidir. Neden? Çünkü, eğer kadından ebe çıkmazsa, kadınlarımız erkeklerin ellerine düşer... Buna dikkat etmek lazımdır ki, böyle mesleklerin kadın olması esâsen zarurîdir. Baş örtüsünü açtırıyorlar diyerekten bu mesleklerden imtina edib bu meslekleri erkeklere bırakmak olamaz. Baş örtünü örteceksin, okula vardığında çıkaracaksın... Bunun günahı sana değil ki. Ancak, ebelik, hemşirelik, doktorluk, ve kız enstitüsü gibi fayda ve nafaka sağlayacak olan hanım meslekleri esâsen tercihlidir. Çünkü bu meslekleri kaybetmeleri daha beter şerdir. Çünkü şerler karşı karşıya geldiğinde ehveni olan şerri işleyebilirsiniz. Siz arzulamıyorsunuz başınızı açmayı. İki şer koyuyorlar önünüze... Hiç bir kız çocuğu bu okullara girmezse ne olur? Öyle ya, çoluk çocuk ve babanın ihtiyaçları vardır ve yardıma muhtaçdır. Bu nedenle Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hanımların el işlerini işlemelerini tercih etmiştir. Diyebilirler ki “Biz kızlarımızı İmam Hatib okullarına dinlerini öğrensin, dini yönden mâlümatları olsun diye gönderiyoruz” Vallahü’l azim hayatımızda dinle ilgili kitabların bu kadar bol olduğu bir devre hiç görmedik. Kur’an tefsiri, hadis tefsiri, akaid, fıkıh ve ilmihaller mi dersiniz o kadarda çok ki... Vallahi İmam Hatib imtihanı vermiş çıkmış olanlar inanın ki bir kerre Ömer Nasuhi Bilmen’in eseri olan ilmihali iyice bir okumaya ve anlamaya cidden ihtiyaçları vardır günümüzde... Çünkü okulda cimnastik, müzik, şu, bu gibi imamla alakalı olmayan şeyler var iken esas mesele iyice anlatılamıyor... Zâten okul mecburidir. Belli bir programı var kimse bunun dışına çıkamıyor. Herkes her ne ise onu okumak zorunda ve okuyor. Zâten 8 sene mecburen her çocuk okuyor. Haliyle daha geniş malumatlı, bilgili, fesehat ve belagat sahibi olunca ilmihallerle de dinini öğrenebilirler. Her evde bulunması şart olan ilmihaller bir şey bırakmamışlar ki. Esâsen günümüz imamlarının da bu ilmihalleri okumaları şarttır. Fakat hiç te baş vurmuyorlar. Çünkü bir çoklarında namazda tadil-i erkan diye bir şey mevcûd değil. Ve benzeri hususlarda bom boş durumdalar.
Kardeşlerim; hülasa, kadınlar ne camiye ne cemaata ne de cumaya mecbur tutulmamışlardır. Onun için şurda burda koşup coşmalarının da dinen bir gerekçesi de yoktur. İlimden de fazlaca sorumlu değillerdir. Neden? Çünkü Aleyhisselâtü vesselâm; “Herhangi bir hanım 5 vakit namazını kılar, 1 ay orucunu tutar, efendisinin rızasını sağlayabilirse cennetin hangi kapısından dilerse girer.” Buyurmuştur. Bunun dışında başkaca “allâme olsun şu olsun bu olsun” diye de buyurmamıştır. 5 vakit namaz, 1 ay oruç ve efendisinin rızası... Tabi ev işleriyle uğraşır, lak lak değilde çoluk çocuğu ile evi ile uğraşır... Hele bilhassa kız enstitüsü gibi ev ve el işleri olursa terzilik, nakış, yemek pişirme, çocuk bakımı vs. ile evinin ihtiyaçlarını karşılar geçinmede efendisine de yardımcı olur. Bu tercihlidir. Diyeceksiniz ki “efendim, hafız olsun...” Hafızlık hanım mesleği değil ki... Evet Allahü Zülcelâl kadirdir hem hafız olur hemde evinden çıkmaz. Şimdiki gibi ev ev dolaşıp okuyuculuk yapmaz para pul için... Kendi zaruri işlerini görür. Yoksa piyasaya çıkıp da para pul ile sesi sokakları çınlatacak şekilde okuyacakmış... Mevlüdçüymüş, mukâbeleciymiş vs. bunlar bizim dinimizde tamamen yasak ve günahtır.
Yani arbede edilen baş örtüsünden kadının sesi daha beter haramdır. Eğer gerçekten dindarlıktan bahsediyorlarsa ve itinâlı olmak istiyorlarsa hanımları sokaklarda, salonlarda, mitiglerde vs. coşturmasınlar da Allahdan korksunlar...
Esâsen bir beldede bir hafızın bulunması farz-ı kifâyedir. Eğer bir hafız bulunmazsa hepsi sorumludur. Farz-ı kifâye dediğimiz bir beldede bir hafız bulunursa farz keyfiyeti o beldenin üzerinden kalkar ve sorumlu olmazlar. Bir beldede de bir hafız bile yeterlidir. Bir âlimin bulunması da farz-I kifâyedir. İlim yönünden fetva verecek, dini ihtiyaçlarını ve meselelerini halledecek olması sebebiyle farz-ı kifâyedir.
Bir doktorun bulunması da farz-ı kifâyedir. Yoksa herkesin hafız olması dinen şart değildir. Kaldı ki, hafızların da sakınacağı hususlar vardır. Hafız dediğimiz şereflidir, değerlidir ve kıymetlidir. Böylesi mülevvesata pisliklere de girmez. Hem hafızlık hemde nahoş haller bir arada olur mu, bu hiç yakışır mı? Hele bilhassa ahirü’z zaman hakkında olan hadisleri dinleseniz, okusanız ve müteâlâ etseniz, bitmez tükenmez... Biz ahirü’z zamanda Kur’an okuyucularının halleriyle ilgili hadisleri eserlerimizde bildirmişsizdir.
İmam-ı Gazali buyuruyor ki; “Bu kurralar, Kur’an okuyucular, hem ücûb sahibidir kendini beğenir, kibirlidir hemde haseddir arkadaşlarını da çekememezlik vardır.” Bunu bizlerde bir düşünürsek günümüzde de görürüz ve söylenen söz çok haklıdır. Ve tam yerindedir. Hem hasud, hem kibirli, hemde gururludurlar. Esâsen sadece dünya aşk-ü-şevkiyle okumaktalar. Hatta Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor ki; “İçlerinde bir kimse vardır ki çok daha güzel okuyacak ama sesi şarkıya uygun olunca ona heves edecek ve onu tercih edecek...”
Fırka-i Nâciye kitabımızda da anlatılan Hz. Ömer (ra) ve Hz. Abbas (ra) dan mervi olan hadisde Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hutbesinde buyuruyor ki; “Dininiz çok yaygın olacaktır. Ticâretiniz denizler arkasına dahi gidecektir. Fakat bir kavim zuhur edecektir ki, ilim okuyacaklar, Kur’an okuyacaklar da kendi kendilerine: “Bizden hayırlısı var mıdır?” diyecekler. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hutbede soruyor eshabına “Ne dersiniz?” Ashab-ı Kiram da: “Allah ve Resülü bilir ya Rasulullah” diyorlar. Neticesi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) devamla: “Bunlar benim ümmetimin dışında değillerdir. Ümmetimdendirler. Kur’an okumuş, ilim okumuş ve şu dava sahibi olmuşlar ki; Bizden hayırlısı var mıdır diyerekten, böbürlenip gururlanaraktan ücûb sahibi olmuşlardır.
Cehennemi ilk tutuşturacak olan kişiler bunlardır.” Ku’d dediğimiz, ateşin başlangıcındaki bir çıra gibi... Onun için bunlar cehennemin ilk çırası olarak girecekler. O zaman sahabe hayret etmişler ki; Neden bu hâle düşdüler acaba? diye... Tabi ki kibir sebebiyle. Hadis-i Kudsi’de Allahü Zülcelâl:
“Kibir benim sıfatımdır. Kibriya bana âittir. Benimle kibriyada yarışacak olan kişiyi cehenneme atarım. Hiç de merhamet etmem” buyuruyor. Onun için bu böyledir. Düşünürsek bu halleri şimdi de görüyoruz. Elbette anlatmış olduğumuz şeyler bazılarının hiç te hoşuna gitmeyecek ve hesablarına gelmeyecektir.
Mübârek şeyhimiz Mevlana Alaaddin (ks) Hazretlerinin hanımlara tavsiyesi ve dersi şu idi ki; “Namazlarınıza dikkat ediniz, bir ay orucunuzu tutunuz, efendinizin hükümleri dışına çıkmayınız ve setrete riâyet ediniz.” Ama baş örtüsü ama ses olsun ama başkalarına bakmak yönünden olsun setrete riâyeti isterdi. Hali hazırdaki gibi evinde durmayıp sokaklarda koşuşturmasını hiç te tasvib etmezdi. Hanımların sorumlulukları azdır ve evindedir.
Eskiden medreselerde 20-30 sene dirsek çürütülürdü, şimdi ise buna gerek te yoktur. Çünkü, her türlü eser pek çok ve Lâtin harfleriyle hazırlanmıştır. Herkes okuyabiliyor. Tefsir, hadis, fıkıh ve benzerleri... Herkes temin edip okuyup, anlayabilir. Yeter ki fitneden uzak ve hüsn-i niyyetle okusun... Zâten Lâtince mecburidir. Herkes okuyabiliyor. Yemek hazırlanmış da sadece yemek kalıyor. İlmihaller her türlü muamelât-ı İslâmiyyeyi belirtmişlerdir. Daha ötesini arayana çok daha becerikli ve kabiliyetli olana Tarıkat-ı Muhammediye gibi eserlerde mevcuddur. İmam-ı Birgivî’nin eseridir. İ’tikad, edeb, yarar ve zararlar, cevarihlerin afatları, dilin ve kalbin afatları yönünden anlatmıştır. Kadı İyaz’ın Şifayı Şerifi de böyledir. Birinci cildi Allahü Zülcelâl’in tevhidini uzun uzadıya anlatmış, ikinci cildinde ise Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) olan muhabbet ve saygı anlatılmıştır. Eğer bunu okumuş olsalardı Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) karşı şu anda olan yozluk ve saygısızlık olur muydu? Çok salavat getirirsen adamın canı sıkılıyor hatta “şirk olur” diyebiliyor.. Hadislerini saf dışı edip kabul etmiyorlarsa Allahü Zülcelâlin böyle bir resülü olur mu hâşâ!.. Sanki Rasulullahı (Sallallahu Aleyhi Vesellem) piyasadan çıkarmış gibi hâşâ... Allahü Zülcelâl islah etsin. İşte bu eserleri okusunlar da Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) kimdir? Ona karşı sevgi, saygı ve hürmetimiz nasıl olmalı? Rasulullah’ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hukuku nelerdir? Ve sorumluluğumuz nelerdir? Öğrenip anlasınlar ve hadlerini bilsinler. Halbuki anlatmışızdır; bir mü’minin Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) olan muhabbeti, ana, baba ve evladlarına olan muhabbetinden üstün olmadıkça kâmil iman sahibi değildir. Buna rağmen hadisleri inkâr ediyorlar. “Yok, efendim, hadisler Rasulullahdan (Sallallahu Aleyhi Vesellem) 200 sene sonra yazılmış, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) yokken hadis mi olurmuş?” diyorlar. Bu nasıl iştir Allahaşkına!.. Bu bir acayibliktir. Kur’anı bırakmış da tahrif edilmiş Tevratı ve İncili tavsiye ediyorlar. Dini Muhammed ki, dinlerin reisi iken...
إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الْإِسْلَامُ
(Ali İmrân / 19)
“Allah nezdinde hak din İslamdır.”
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْإِسْلَامِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الْآَخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ
(Ali İmrân / 85)
“Kim ki İslâmdan başka bir din ararsa o istediği din asla kendisinden kabul olunmaz ve ahirette de o, ebedi zarar çekenlerdendir.”
أَفَغَيْرَ دِينِ اللَّهِ يَبْغُونَ وَلَهُ أَسْلَمَ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَإِلَيْهِ يُرْجَعُونَ
(Ali İmrân / 83)
“Göklerde ve yerlerdekiler, ister istemez Ona teslim olduğu halde onlar (ehl-i kitab), Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki O’na döndürüleceklerdir.”
Esâsen:
İslam dininden başka bir dini asla kabul etmez. Rabbımız ilân etmiştir bunu. Onun için ne devreye gelmişiz bilemiyorum. Hergün yeni ve çok acayib şeyler ortaya çıkarıyorlar, duyuyoruz. Şerrin o kadar yaygın bir hali vardır ki yâni şeytanlar neredeyse boşa çıkmışlar ve işsiz kalmışlar. Esâsen imam-ı Rabbâni Hazretleri bizzât buyuruyor ki; “Fukaralardan birisi” diyor ama kendisi ama başkası bilmiyoruz bu mübârekler “Allah’ın fukaraları” diye tâ’bir ederler. Fukaralardan bir kimse iblisi gâyet sâkin ve dinlenik bir halde görmüşte sormuş: “Ey iblis sen böyle bir hâle pek uygun değilsin, sâkin ve telaşsızsın sanki işi havale etmiş gibisin... İnsanları saptırmana ihtiyaç kalmamış gibisin. Halbuki senin fıtratın hiç te böyle değildir. Nasıl oldu ki böyle dinlenik bir halde sakin sakin lakayd durabiliyorsun” der. Şeytan da: “Eksik olmasınlar bu günümüzdeki âlimler bizim işlerimizi görüyorlar. Bize fazla bir vazife bırakmıyorlar” diyor. Vallahü’l azim onun devresinden 400 sene geçmiş ve gelmişiz bu günümüze... Bir düşünün bir bakın bu günümüzdeki hallere... Günden güne daha beter, daha beter... Seneden seneye, aydan aya... derken şimdilik günden güne yeni bir değişik acayibliklerle karşılaşıp duruyoruz. Öyle bir hale gelmişiz ki; Allahü Zülcelâl bizleri şerlerinden muhafaza etsin başka bir diyeceğimiz yoktur. Onun için din adamıyım diyenlerin dini hevesleri varsa kitablar pek çok elhamdulillah okusunlar. Ve henüz daha bilmediklerini soracak kadar ehli de mevcûddur...
Hülasa; hanımlar isterlerse dini meseleleri rahatlıkla öğrenebilirler. Hanımların mesleklerine gelince, kendi mesleğiyle ilgili olanı ve nafakasını sağlayabilecek olduğunu tercih etmesi lâzımdır. Hele bilhassa tıb ve sağlık yanında öğretmenlikde öyledir. Sâbi sübyana hizmet etmeleri ne kadar iyi ve uygundur. Bugün çocuk okutmak kolay mıdır? Eskiden ilkokulu okuyan çocuk ilerledi mi kitab, elbise vs. sini kardeşine aktarma ederdi. Bir şey bir kerre satın alınırdı da kardeşlere aktarma olurdu. Şimdi ise her sene büyük külfetleri vardır. Her sene muazzam harcamalar mevcuddur. Tabi ki bu yönden babasına da külfeti olur. Ailenin malî yönü yetersiz ise kız çocuğu zar zorda olsa okusa kendini kurtarsa ailesine katkısı olabildiği gibi kendisine de daha uygun birisi sahib çıkabilir. Geçim zorluğu ortada ve bir erkek başa çıkamıyor. Bunlar şu anda halkın arasında olan gerçeklerdir. Onun için hanımlara meslek kısmı günümüzde tercihlidir. Baş örtüsü için vazgeçip daha beter sıkıntı ve şerlere düşmemelidir. Başını örtüp gayri meşru’ mevlüdçülük vs. yapması da uygun değildir. Kendine uygun meslek okuluna baş örtüsü ile gider, orada açar ve okul çıkışı sokakta yine başını örter. Fitne çıkarmanın ve arbede yapmanında gerekçesi yoktur. Zaten kendi istek ve arzusuyla olmayan, kerhen yapılan bu baş açmadan dolayı bir günah da yazılmaz. Çünkü kendi rızası ile Allahu Zülcelalin bu emrine uymuyor değilki, kerhen açıyor. Yok kendisi sefahati için baş örtüsünü atıyorsa o zaman başkadır. Ama kerhen ve zaruri olarak açıyorsa pişmanlık duyduğu için yazılmaz. Öğretmen olmuştur, senelerini vermiştir, çocuk çoluk sahibidir nafaka yönünden babası veya kocası yetersizdir ve hanımında katkısı gerekiyor geçinemiyorlarsa o zaman gider okuluna kerhen başını açar dersini verir çıkınca, müstakil kalınca, sokakta gelip giderken başını örter. Esâsen olacağı budur dinen... Kendisi açmaya hevesli değilde kerhen açıyor ve şerrin beterinden ehvenini tercih ediyor. İbn-i Necm’in kitabını açıp okusunlar. Her türlü mesnediyle bulacaklar. Hatta Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hanımlarına (ra) buyuruyor ki; Zeyneb’in (ra) eli sizden daha uzundur. Sanıyorlar ki eli uzun diye ölçmeye çalışıyorlar. Sonradan anlaşılıyor ki Zeyneb (ra) validemiz el işleri yapardı satardı da onu infak ederdi, yoksullara fakir fukaraya verirdi. Fehmettiler ki elinin uzunluğu bundan dolayı idi.
Kardeşlerimiz, çok kritik bir devredeyiz... Artık, günden güne şer çoğalmaktadır. Kitab hususunda dikkatli olunuz. Karşınıza çıkan her kitabı hemen okumayınız. Araştırıp soruşturunuz. Hayrınıza ve yararınıza olanları okuyunuz. Fakat, i’tikâdı bozucu kitablar gönümüzde pek çok. Belki hayatta bu kadar çok i’tikadı bozucu kitab bir arada görülmemiştir. Dinin aleyhine büyük hücum vardır. İnsanları dalalate, sapıklığa ve küfre hemence eleten kitablar ve hadiseler pek çoktur. Hatta tahrif edilmiş Tevrat ve İncil de dağıtıyorlar sokaklarda gençlerimize. Onun için her rastgeldiğin kitabı eline alıp da hemen okumakta caiz değildir... Tetkik edip ehlinden erbabından sormak lâzım. Hele bilhassa akaid aksamını... Çünkü Fırka-i Nâciye 1 tanedir. 72 fırka ise ya dalalete ya da küfre eletiyor. Başka yolu asla yoktur. Fırka-i Nâciye Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) tek yoludur. Ötekiler; Hariciyye, Merciyye, Kaderiyye, Mu’tezile, Cebriyye, Haruriyye, Sebeiyye, Rafiziyye, Zeydiyye, Caferiyye vs. pek çok muhtelif fırkalar vardır ki 72 fırkadır bunlar. Hepsi de ya sapık ya da küfür yoludur. İnşaallahü teâlâ bazı ma’lumatlar vereceğim ki başımıza gelen beliyye ve afatların bu fırkalar yüzünden geldiğini fehmedip anlamış olacaksınız.
اللهم ارناالحق حقا وارزنا الاتباعه وارنا الباطل باطلا وارزقنا الاجتنابه سبحانك اللهم وبحمدك اشهد ان لااله الاانت وحدك لاشريك لك استغفرك واتوب اليك
Aziz Kardeşlerim;
Bu zelzele recfe ve benzeri şeylere taalluk eden hususlar tamamen günahı kebair (büyük günahlar) ile ilgilidir. Yoksa küçük günahlar sebebiyle böyle bir şey olması asla mümkün olmaz. Zaten küçük günahlar her an için keffâre ile affolunur. İstiğfar dahi gerekmeden pişmanlık duyulsa dahi yeterlidir ve yazılmazlar. Abdest alıp namaz kılsa aralarında olan küçük günahlara keffâredir yazılmaz. Esâsen günah-ı kebair için istiğfar gereklidir. İstiğfar büyük günahlarla alakalıdır.
İbn-i’s Salah’a soruyorlar: “Efendim, günah-ı segair istiğfar tevbe gerektiriyor mu?” Cevabı: “Hayır, ihtiyaç yok, pişmanlık duyduğu takdirde bir namaz kılsa veya bir hasane işlese işlemiş olduğu çirkinlikleri seyyieleri giderir.” Zirâ:
إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ
(Hud / 114)
“Şüphesiz hasene seyyieleri yok eder.” Allahü Zülcelâlin ümmet-i Muhammed’e karşı büyük bir keremi ve ihsanı vardır. Bu, böyledir bir kerre... Onun için geçmiş ümmetlere yapılan alt üst etme vs. gibi çok sert muameleyi Cenab-ı Allahü Zülcelâl Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) yüzü suyu hürmetine revâ görmemiştir. Ve küçük günahları dahi pişmanlık duyunca esâsen affolunmuştur. Böyle bir şeyi Allahü Zülcelâl kabullenmiştir. Çünkü, Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) in yalvarışlarına dayanamamış reddetmemiş kabul etmiştir.
Fakat aramızda olan bu acayip haller neden oluyor acaba?
وَيُذِيقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍ
(En’am / 65)
“Kiminize kiminizin hıncını tattırır.”
Birbirinize musallat olursunuz ve fırka fırka da olursunuz. Bu ise şu günümüzde hepimizce ma’lum olup anlaşılmaktadır. Bundan dolayı meydana gelen zelzele vs. günah-ı sagireden dolayı değilde mutlaka günah-ı kebair işlemekten dolayıdır. Tefsirleri okursanız veya öteden beri duyduğunuz; Lut (as) kavminin hadisesi, Nuh (as) tufanı meselesi veyahutta Ad kavminin bir rüzgarla yok oluşu gibi hususlar ümmet-i Muhammede yoktur. Allahü Zülcelâlin, Habibinin (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ümmetine oldukça rahmeti vardır. Keremi ve ihsanı vardır. Bu gibi hallere düşürmeyeceğine dair Habibine (Sallallahu Aleyhi Vesellem) emân vermiştir. Fakat nedir ki aramızda ki ihtilaflar ve birbirimize musallat olmalar mevcud olacaktır. Bu ümmetin kaderinde bu vardır ve değişmemiştir. Aleyhisselâtü ve’sselâm bu âyeti okurken:
قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلَى أَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِنْ فَوْقِكُمْ أَوْ مِنْ تَحْتِ أَرْجُلِكُمْ
(En’am / 65)
“De ki: Allah’ın size üstünüzden (gökten) ve ayaklarınızın altından (yerden) bir azab göndermeğe yada birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter. Bak, anlasınlar diye ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz.”
Allah Kahirdir, dilediğini yapar. İcabında azabını üzerinize yağdırır veyahutta ayaklarınız altından çıkarır tufanın çıkışı gibi... Bunlar uyarıdır ve bunları yapmaya kadirdir. Yapmıyor yada yapamaz diye birşey de yoktur. “İşte bakın Kadirim ve yapıyorum” diyor. Ama Allahü Zülcelâlin ümmet-i Muhammede şefkati ve merhameti çoktur da böyle şeylerle karşı karşıya kalmamaları için emân vermiştir. Bu bir kerre en büyük lütûftur.
Fakat ne çâre ki bazı sebebler olacak ki bu uyarılara sebeb olsun. İşte mesele bu sebebler nelerdir? İnanınız ki başında Hariciyye, Merciyye, Kaderiyye gibi fırkaların i’tikâdlarını ülkemizde yaymaları ve halkında bunları benimsemeleri bu uyarılara sebeb oluyor. Hatta bu gibi musibet ve beliyyelerde kaderlerde mevcuddur. Zelzelede ölenlerde yine ecelleriyle ölürler. Bu onlara zülüm değildir. Allahü Zülcelâlin muameleleri gayet nizamlı ve intizamlıdır ve rastgeleye değildir. Bir kerre Onun emri ve hükmü dışında bir zerre dahi hareket edemez. Durdurduktan sonra ise hiç kimse hareket ettiremez. İşlettiysede hareketini hiç kimse durduramaz. Velev ki bir zerre dahi olsa...
Duydum ki; zelzeleye uğrayan kardeşlerimiz sormuşlar “Biz namazı kılamıyor, orucu tutamıyoruz ne yapalım?” Onlara: “Siz bu haldeyken namazı kılmayabilirsiniz, orucu tutmayabilirsiniz” demişler. Ne kadar yanlıştır. Çünkü, namazn hangi şartlarda kılınamayacağı şeriatımızda açık seçik bellidir ve ortadadır. Kişi namaz kılabilecek şartları içindeyse namazdan sorumludur mutlaka. Suyu bulamıyorsa teyemmüm eder. Hareket edemiyorsa olduğu yerde, otururken de kılabilir. Bir duvara bir yastığa da dayanabilir. Kılmaya mecburdur. Verilen bu cevazı ve kılmayabilirsiniz fetvasını doğrusu hiç hoş görmedim. Fıkhımıza da aykırıdır. Âdeta sendikacıların çıkıpta grev yaptıkları gibi... Ona benzetmişler. Öyle ya böyle bir musibetle zelzeleyle karşı karşıya gelince artık Allahü Zülcelâl bunları bu hale getirince namaz ve oruç gibi şeyleri yapmamak için grev yapmışlar da basitten geçmişler gibi... Halbuki ebedi olan hayat devam etmektedir. Eğer böyle bir şey olduysa ki, olmayan bir şeyde söylenmez ki... O zaman Allahü Zülcelâlin rahmetini daha daha da anlatmak lazımdır. Öyle ya Allahü Zülcelâlin onlara bir garazı mı var hâşâ... Adillerin en adili olan Allahü Zülcelâl zülmü hiçte sevmez hâşâ... Çünkü Hadisi Kudsî’de:
“Zülmü ben kendi nefsime haram kıldım. Sizin kendi aranızda da haram kıldım. Sakının ki zülûm yapmayınız.” buyuran Allahü Zülcelâlden başlarına böyle bir hal geldiyse zülüm mü sanıyorlarki karşısında grev ilan edeceklerde “namaz kılmayın, oruç tutmayın veya böyle yapabilirsiniz” demek ne demek? Allahü Zülcelâle karşımı geliyorsunuz? Gittikçe daha betere gidiyor. Allahü Zülcelâl bizlere şuur versin. Âmin...
Hülasa; husûf (inhisaf: jeolojide çökme, çöküntü, çöküp batma) ve küsûf (inkisaf: örtme) ve zelzele meselesine gelince bunların olabileceğini Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ilân etmiştir. Bununla ilgili 30 küsur hadis vardır. Ancak i’tiraf edeyim ki küçük günahlardan herhangi birini bunlarda saymıyor. Ancak büyük günahlardan bir şey bırakmamış ve saymıştır. Yâni, hüsûf, küsûf ve zelzele ve benzerlerinin mutlaka sebebleri vardır. Yoksa Allahü Zülcelâl sebebsiz yere hâşâ kendiliğinden zülmetmez. Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) saydığı hususlar; şarkıcılık, kadınların şarkıcılığı ve çalgıcılık ortada, zinâ mübâh durumda âdeta serbest, faizcilik belli, içki tamamen serbest ayıp bile değil, hakimler arasında olan ba’yu’l hüküm yâni hükmünü âdeta satarcasına ve diğer yerlerde de rüşvetçilik, şehadatü’z zur yalancı şahidlik vs. yaygın durumda olması... İslâm dininin mensubu olmalarına rağmen bu gibi menhıyattan (yasaklardan) hiç çekinmezlerde sanki mübahmış gibi yaymaya çalışırlar... Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hatta şunları dahi saymıştır ki; hanımına karşı çok çok yumuşak fakat anasına cefâkârdır. Dostlarına karşı çok saygılı olup onların keyflerini arar fakat kendi babasına saygısızdır arayıp sormaz...
Hülasa, Allahü Zülcelâle ait olan hukuka hiç riâyet etmezler. Bir kerre haramın üzerine sineklerin bala pekmeze atıldığı gibi atılma halleri çok yaygın haldedir. Bakınız, bahusus Allahü Zülcelâlin en fazla gazabını celbeden şey ise, kadınların kadınlarla iktifa edip, yetinip, erkeklerde erkeklerle yetinecekler, iktifa edecekler. Lezbiyencilik, homoseksüelcilik, livatacılık, lutîlik biliyorsunuz ki ne kadar da yaygındır. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bir şey bırakmamış ki... Kadın kadınla, erkek erkekle yetinecek, şehevî ihtiyaçlarını giderecekler... Allahü Zülcelâlin gazabını en çok çeken bu haller Lût (as) kavmini yerle bir etmişdi ve azabları beter olmuşdu.
Hülasa anlatacağımız çok ama birazcık olsun bir düşünün ki, yaşantımız nasıldır? Allahü Zülcelâle karşı durumumuz nasıldır? Halkın birbirine karşı olan muamelelerini ve hallerini bir düşünün... Göreceksiniz ki, Allahü Zülcelâlin emir ve hükümlerinin tam tersi ve zıddı işlenmekte ve işlemektedir hâşâ...
Tüm bu anlatılanların en şiddetlisi ise kadere karşı oluşları kaderullaha karşı gelişleridir. Kaderi tekzib ederler, yalanlarlar, ve kader diye bir şey yok deyip inkâr ederler. İşte zelzele gibi beliyye ve musibete en çok sebeb olan şey bu kader meselesidir. Bakınız neler diyorlar: “Böyle kader mi olur be”, “ işini Allaha bırakmış” vs. hülasa, işte bunlar azab çeker. Çünkü, kader meselesi Allahü Zülcelâle aittir.
Sapık fırkalardan ikisi vardır ki ülkemizdede oldukça yayılıyorlar. En müfridleri Kaderiyye ve Mürciyye fırkalarıdır. Bunlar zuhur ettiği takdirde artık zelzele vs. beliyyelerin müsebbibi olurlar. Beliyyeler musibetler gelir.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: Cebrail’in (as) Rabbımdan getirdiği hüküm şudur ki; Ya Muhammed, ümmetiyin kaderin bana ait olmadığı şeklinde bir inanç ve i’tikadları olduğu takdirde beni Rab olarak görmemişler demektir, kendilerine bir Rab arasınlar.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: Kudret kalemi tamamen yazmıştır. Saiddir, Şakidir. Ahlakı düzgündür, değildir. Rızkı, eceli. Madca’ı, eseri yazılmış bitmiştir. Kalem kurumuştur. Değişecek bir halde yoktur.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: “Ahiru’z zamanda fitne öyle yaygın hale gelecek ki önlem almak güç olacak.” Bize bir tavsiyede bulunmuştur. “Bu gibi hallerle karşı karşıya kalırsanız fazla girişmeyiniz. Şu âyet sizlere yeterlidir.
Nedir âyet-i celile:
مَا أَصَابَ مِنْ مُصِيبَةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي أَنْفُسِكُمْ إِلَّا فِي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ أَنْ نَبْرَأَهَا إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ
(Hadid / 22)
“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitabda yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allaha göre kolaydır.”
Herhangi bir musibete düçâr olursanız ister yer yüzünde ister kendi nefsinizde olsun mutlaka ve mutlaka bunlar ezelde yazılmıştır. Yepyeni bir şey değil... Kudret kudretullahtır dilediğini yapar. Esâsen mülküdür ve kâinat tamamen tasarrufundadır. Başkaca karıştırmaya esâsen hiç de gerekçe yoktur. Esâsen bu gibi şeyler tamamen Allahü Zülcelâlin kaderine bağlıdır. Hayr-ü-şer, yarar ve zarar tümüde Allahü Zülcelâle aittir.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: Bir kimse asla iman sahibi olamaz, hattaki, kaderin Allahü Zülcelâlin takdiratı olduğunu, hayr olsun, şer olsun ondan olduğunu bilmedikçe... İslam dininden uzak demektir bir kerre...
Hadis-i Şerif:
ان امتى لاتزال متمسكة بدينها مالم يكذب باالقدر فاذاكذبوا باالقدر فعند ذالك هلاكهم
(رواه الطبرانى عن ابى موسى الاشعرى)
Hadis meâli: Tabarani’nin Musa el Eşari (ra) den rivâyet ettiği hadisde Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şöyle buyuruyor: “Benim ümmetim dinine çok düşkün ve sahib bir ümmettir. Gayet mütemessikin yâni, dinine sahibtir. Ancak, ne zaman kader kısmına gelip de tekzib ederlerse, ... o zaman helâklerini beklesinler.” Demek ki zelzele vs. afatları bu yüzden de meydana geliyor. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) böyle buyuruyor.
Hadis-i Şerif:
انما هلك من كان قبلكم بسؤالهم انبيائهم واختلافهم عليهم ولن يؤمن احد حتى يؤمن باالقدر خيره وشره (رواه الطبرانى عن عمر ابن العاص)
Hadis meâli: Tabarani’nin Amr İbn-i As (ra) dan rivâyet ettiği hadisde Aleyhisselâtü vesselâm buyuruyor ki: Esâsen geçmiş ümmetlerin helâk oluş sebebleri şudur ki: Nebilerine sorarlarda sonra onun söylediğinin tersine gidip ihtilaf ederlerdi. Halbuysa, ... Bilinsin ki hiç kimse iman sahibi olamaz ancak, kadere, hayr-ü-şerin Allahtan olduğuna inanmadıkça diğer inançları boşunadır.
Hadis-i Şerif:
ان اخوف مااخاف على امتى تصديق باالنجوم وتكذيب باالقدر ولايجدحلاوة الايمان حتى يؤمن باالقدر خيره وشره من الله تعالى
Hadis meâli: Ümmetimi zelleye (sürçüp kaymaya) düşürecek olan ve ençok korktuğum şudur ki; yıldızlara karşı söylenenleri tamamen tasdik ederlerde kadere gelince tekzib edip yalanlarlar. Kaderi tekzib edip yıldızlara inandıktan sonra... O zaman imanı değilde imanın tadını dahi tadamazlar. Zira, Kaderin hayr-ü-şerrin Allahtan olduğuna inanmadıkça imanın kendisi değilde tadını dahi bulamazlar.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: Allahü Zülcelâl “kim ki benim kaza ve hükmümü kabul etmiyorsa kaderime de inanmıyorsa o zaman kendisine benden gayri başka bir ilah arasın buyuruyor.” Allah korusun.
Onun için kendisini kadere bağlamaz yahutta hayrı Allahdan kabul ederde şerri ondan kabul etmez şeytandan kabul ederse hadisin hükmüne girer... Kader hükümleri çok acayib ve çok da helâka götüren dünya ve ahiretini mahveden bir hususdur. Allahü Zülcelâlin rahmeti, böylesi kimseye artık uğramaz. Çünkü; Allahü Zülcelâlin kaderine bağlanmıyor ki... Allahü Zülcelâlin habibi (Sallallahu Aleyhi Vesellem) nasıl bu kimse için baş vurabilsin çünkü o hükümlerini tanımıyor ki...
Kader dediğimiz Allahü Zülcelâlin takdir edip karara bağladığı bir meseledir. En büyük tehlike kader konusudur. Ne yazıkki; bu hususu anlatan birine de tesadüf etmedik.
Hülasa, işte bu felaketlere ve gazab-ı ilahiyeye ileten sebeblerin mucibelerin en başında bunu gördüm ve anlatmaya da gayret edeceğim. Çünkü çok tehlikelidir. Allahü Zülcelâl cümlemize kolaylık versin. Okuyup dinleyenlere de inançlı bilinçli olarak okuyup dinleyip kabullenerek tasvib ederek anlamayı bu minval üzere ale’l hayra ve Allahü Zülcelâl’in rızasına uygun olarak muvaffak ve müyesser eylesin... Âmine ya Muîn (cc)...
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor ki: Tevhidin nizamı; kaderi kabul etmek ve inanmaktır.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: Kadere inanan kişide keder ve hüzünü giderir, bırakmaz. Çünkü, “Allahın takdiridir. Allahdan geliyor” diyerekten i’tiraz etmez ve reddetmeye çalışmazsın. Hoş görmezsen ne yapacaksın? Allahü Zülcelâl tarafından olmaktadır. Allahü Zülcelâl adildir. Haşa zalim değildir. Adildir ve kuluna karşı şefkatli ve merhametlidir. Kulunun kendi yararı ve menfaatı mutlaka vardır ki öyle olmuştur. Yoksa seni üzmeye, eziyet etmeye haşa bir beşer değil ki bundan haz duysun. Öyle bir şey düşünmeyin. Rabbimiz bir ana şefkatinden 70 kat daha şefkatlidir. En şefuk ve atuf olan bir anadan... Onun için bunu hatırınıza getirinde “bir ana oğluna nahoş bir eziyet ve azab etmeye razı olur” diye düşünebiliyor musunuz? Bu anadan 70 kat daha kullarına şefkatli merhametli ve atuf olan Rabbımızı düşünün. Onun için bu hususta çok i’tinâlı olalım ki olanlar mutlaka bizim hayrımıza ve yararımızadır. Ama mutlaka Allahü Zülcelâlin kaza ve kader hükümleri vardır ve yürümektedir. Fırka-i Nâciye kitabımızda bahsetmişiz. Gayemiz bizi beliyye ve musibetlere düçâr eden sebeblere değinmek ve hiç değilse biraz, bir nebzecik eserlerini gösterip anlatmaktır. Bu ise, bu günümüzde lâzımdır.
Hadis-i Kudsî:
Hadis meâli: “Kim ki benim kaderimi kabul etmezse verdiğim beliyyelere sabretmezse o zaman kendine başka bir Rab arasın. Demek ki beni Rab olarak kabul etmiyor ve hoş görmüyor o halde kendisine benden gayri bir Rab arasın.” Allah korusun ilahi Ya Rabbi...
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: Kim ki kaderi tekzib ederse bilsin ki benim getirdiğim hak olan İslam dinini demek ki inkar etmiş oluyor.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’sselâm buyuruyor ki: “Allahü Zülcelâlin kaderi Allahın bir sırrıdır. Kimin kadere imanı yoksa, itiraz ederse veya tasvib etmezse, hayrı ve şerride kader içinde bilmezse ben o kimseden beriyim” buyuruyor. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) o kimseyi ümmeti olarak kabul etmiyor. Ve ondan uzağım buyuruyor. Başına ne gelirse gelsin yarar veya zarar mutlaka kabullenmek gerekir. “Eğer gelene karşı olursa ondan beriyim” buyuruyor ve ümmetliğe de kabul etmiyor demektir.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Kimki Allahü Zülcelâlin kaza ve kaderine iman etmiyorsa, kabullenmiyorsa Allahdan gayri bir ilah arasın kendisine!..
Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله عليه وسلم: لايؤمن عبد حتى يؤمن باربع يشهد ان لااله الاالله وانى رسول الله بعثنى باالحق ويؤمن باالموت ويؤمن باالبعث بعد الموت ويؤمن باالقدر خيره وشره من الله (رواه الحاكم و الترمزى وامام احمد عن على ر.ع)
Hadis meâli: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor ki: Şu dört nesneyi kabullenmedikçe hiçbir kimse iman sahibi olamaz.
Birincisi: يشهد ان لااله الاالله : Allahü Zülcelâlin vahdaniyyetini ikrâr
İkincisi: وانى رسول الله بعثنى باالحق : Beni de hak resûl olarak gönderdiğine iman
Üçüncüsü: Öldükten sonra tekrar ba’s olunacağına, tekrar dirilteceğine iman
Dördüncüsü: وتومن باالقدر خيره وشره : Kadere hayr olsun şer olsun Allahdandır diye inanması ki bu dört nesne şarttır. O zaman mü’mindir Müslimdir.
Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: ان مجوس هذه الامة المكذبون بأقدارالله عزوجل ان مرضوافلاتعودوهم وان ماتوا فلاتشهدوهم وان لقيتوهم فلا تسلموا عليهم
Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Ümmetimin Mecusîleri vardır. Bunlar kimlerdir? Bunlar Allahın kaderini tekzib edenlerdir. Bu kimselerle karşı karşıya kaldığınızda, ayni ortamda bulunduğunuzda; hasta olurlarsa evlerine varmayınız, ziyâret etmeyiniz. Eğer ölürlerse de cenâzelerine iştirak etmeyiniz. Karşılaştığınızda da selâm vermeyiniz.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: Her ümmetin mecusîleri vardır. Benim ümmetimin mecusîleri de kaderi tanımayanlardır.
Hadis-i Şerif:
لكل امة مجوسى ومجوس هذه الامتى الذين يقولون لاقدر فان مرضوا فلا تعودوهم وان ماتوا فلاتشهدوهم وهم شيعة الدجال وحق علىالله ان يحشرهم معهم
Hadis meâli: Her ümmetin mecusîleri vardır benim ümmetimin mecusîleri de kader yoktur diyenlerdir. Bunlar hasta olurlarsa ziyaretlerine varmayınız ve ölürlerse de cenazelerine iştirak etmeyiniz.
Hadis-i Şerif:
لكل امة مجوسى ومجوس هذه الامتى الذين يقولون لاقدر فان مرضوا فلا تعودوهم وان ماتوا فلاتشهدوهم وهم شيعة الدجال وحق علىالله ان يحشرهم معهم
Hadis meâli: Bir üstteki hadise ilâve olarak; bu kimseler esâsen şi’atü’d deccal, Deccal’in şübesidir. Allahü Zülcelâlin üzerine haktır ki onları Deccal ile birlikte haşr edecektir. “Hakken” olarak buyurmuştur.
Bu hususda pek çok hadis mevcudur. Fakat birkaç tanesi de inandıktan ve anladıktan sonra yeterlidir.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: Ümmetim içinde iki sınıf vardır ki, ümmetimden olmakla beraber maalesef islam dininde hiç nasibleri yoktur. Birisi Fırka-i Merciyye diğerisi Fırka-ı Kaderiyye... Bu iki sınıfın İslamda bir nasiblerinin olmadığını buyuruyor.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: “Ümmetimde iki sınıf vardır ki kıyamet günü benim şefaatimden asla nasibleri yoktur. Kimlerdir bunlar? Merciyye ve Kaderiyye.”
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: “Ümmetinden iki sınıf vardır ki asla havz-ı kevserime varamazlar. Ve cennete dahi giremezler. Bunlar Kaderiyye ve Merciyyedirler.” İlerde bu iki fırka hakkında bilgi vereceğiz ve anlatacağız inşaallahü teâla...
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor ki: Ümmetimde azmettim. Âdeta ahd aldım demek istiyor. Asla kader kısmından fazlaca konuşmayınız. Bu hususa girişmeyiniz ve kaderi tekzib etmeyiniz. Zira, kader hakkında ileri geri konuşacak olan kimseler mutlaka ahirü’z zamanın en şerli olan kimseleridir. Bu ahirü’z zamanda olacak ve ümmetimin en şerlileri de kader hakkında olur olmaz konuşanlar olacaklardır.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: Kadere karşı gelen ehl-i kader ile ayni meclisde asla cûlûs etmeyiniz, oturmayınız. Karşı karşıya geldiğinizde de selâm vermeye sakın siz başlamış olmayınız. Onlara selâmda vermeyiniz. Hadis çok sağlıklıdır.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: “Aman ha, kaderden çok hazer ediniz, fazlaca girişmeyiniz. Zirâ, Nasraniliğin bir şubesidir.” Allah muhafaza etsin. Âmin...
Başka bir hadisde ise: Kaderiyye ümmetimin mecusîleridirler buyuruyor. Mecusiler ise ateşperest olan kimselerdir ve ilerde daha da açıklama yapılacaktır.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: Benden sonra ümmetim hakkında en çok korktuğum iki haslet vardır ki, bir tanesi “tekzübün bi’l kader” olup kaderi yalanlarlar. Ve “tasdikun bi’n nücûm” olup yıldızlara bakarak hüküm çıkarmayı da tasdik ederler.
Hadis-i Şerif:
آخرالكلام فى القدر بشرار امتى فى آخرالزمان
Hadis meâli: Ahirü’z zamanda ümmetimin en fazla şerli olanları kadere çok karışanlardır. Bu ise, ahirü’z zaman emmâre ve âlâmetlerindendir. Kader konusunda bilir bilmez çokça konuşurlar ki bunlar da ümmetimin en şerli olanlarıdırlar.
Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: سيفتح على امتى باب من القدر فى آخرالزمان لايسده شيئ يكفيكم منه ان تلقوهم بـهذه الاية ما اصاب من مصيبة فى الارض ولافىانفسكم الافىكتاب من قبل ان نبرأهاان ذالك علىالله يسيرا
Hadis meâli: Ahirü’z zamanda ümmetimin içinde bir kader kapısı açılacaktır. Halk bu hususda çok tehlikede olurlar. Ahirü’z zamanda böyle bir şeyle karşı karşıya geldiğinizde tek çâresi, Kaderiyye ile karşılaştığınızda onlarla mücadele ederken veya kendi kendinizin mutmâîn olabilmeniz için şu yada bu demektense o zaman doğrudan doğruya yukarıdaki ayet-i celileyi okursanız bu yeterlidir.
“Herhangi bir musibetle karşı karşıya gelirseniz, yerde olsun gökte olsun, hangi yönden ve hangi çeşitten olursa olsun mutlaka ve mutlaka bunların hepside levh-i ezelide yazılıdır.” Hâşâ değişecek bir şey yoktur.
Onun için: قدرالله المقادر Allahü Zülcelâl kadir olandır, takdir etmiştir. Yani Kader, başınıza gelecek olan hayr ve şerr, hastalık, sağlık, yokluk, varlık hülasa başınıza ne gelirse gelsin 50.000 sene evvel henüz daha yer ve gökler yaratılmazdan 50.000 sene evvel bu nizam kurulmuştur.
وكتبها قبل ان يخلق السموات والارض بخمسين الف سنة
(رواه احمد والترمزى)
Hadis’in ravisi İmam-ı Ahmed ve Tirmizi olup hasenun sahihun buyurulmuştur.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: İki hadis olarak Aleyhisselâtü ve’sselâm buyuruyor ki: İki sınıftır bunlar ki, Merciyye ve Kaderiyye... Allahü Zülcelâl tarafından ve ayni zamanda 70 peygamber dahi bunlara lânet etmişlerdir.
Merciyyenin söyledikleri nedir acaba?
Gayeleri şu ki; “İman dediğimiz zaman ikrardır. Âmelle hiçbir alakası yoktur.” diyorlar. Yâni, âmeli inkâr ederler. İman dedikleri sadece “El imanu ikrar”, yâni, “Lâ ilâhe illallah”ı dille söyledikten sonra, ikrâr ettikten sonra âmele hiç itibâr etmeyip gerekde duymuyorlar. Huzeyfe (ra) rivâyet etmiştir.
Hadis-i Şerif:
لعنت المرجية على لسان سبعين نبيا الذين يقولون الايمان قول بلاعمل
Hadis meâli: Yine ayni Merciyye fırkası 70 nebi diliyle lânetlenmişlerdir. Çünkü bunlar; iman, sadece bir kavl, bir sözdür ki “Lâ ilâhe illallah” dediğin zaman tamamdır. Âmel gerekçesi yoktur deyip âmeli inkâr ediyorlar.
Hadis-i Şerif:
Hadis meâli: Hiçbir ümmet geçmedi ki behamehâl illa bunların içerisinde ya Kaderiyye veya Merciyye fırkaları olmasın. Mutlaka vardır, ümmetlerin içerisinde. Bunların vâzifeleri nedir? Esâsen bir şeytan işi, gevgeve, çeşit çeşit nahoş i’tikadlar meydana getirip, halkı dalâlete ve ve küfre sürüklemektir. Esâsen bu şekilde olunca da lânetlenmişlerdir. Bunlar 70 nebi diliyle lânetlenmişlerdir. Hem Merciyye hem de Kaderiyye...
Hülasa hadisler pek çoktur. Merciyye dediğimiz fırkanın iman dediği sadece kavldir, bir sözden ibârettir. Sözlü olarak söylediler mi iş biter. Âmele hiç ihtiyaç hissetmezler ve de gerekli görmezler. Nitekim şu anda da piyasada çokları “Lâ ilâhe illallah” diyenler cennete girerler” diyorlar. Araştırınız ve bakınız. Hatta, “Lâ ilahe illallah” desin de ister Musayı (as), ister İsayı (as) peygamber olarak tanısın cennetliktir” diyebilmekteler ve bunlarda güyâ Müslüman... İşte bunlar Merciyye fırkası mensuplarıdırlar. Âmele önem vermiyorlar, âmeli gerekli ve lüzumlu görmüyorlar. Âmeli tamamen inkâr ediyorlar. Kelimetü’t tevhidi âmelsiz olarak kavlen yeterli görüyorlar. Hatta bazı kerrede “Lâ ilahe illallah” dedikten sonra putperestlik yapsa da imandan çıkmaz diyorlar.
Çünkü, diliyle iman ettikten sonra amellere hiç değer vermiyorlar. Bunun içinde bunlar hem mel’un, hem de cehennemliktirler. Hem de ebeden hiç çıkmayanlar kısmındandırlar. Bu hadisleri okurken günümüzde piyasada söylenen şeylerin tehlikesinin farkına varmış oluyoruz. Merciyyenin çevirdiği fırıldağın aslı esası; sadece “Lâ ilâhe illallah” de yeter... Ondan sonra ne yaparsan yap... Evet Hadis-i Şerifte:
“Lâ ilâhe illallah diyen kimse cennete girer” buyuruyor. Ancak Merciyye burada da bir fırıldak çeviriyor. Evet kabullendik ama bu sözün birde âmelleri vardır. İnandığımız Allahü Zülcelâlin melekleri, kitabları, resülleri vs. vardır. Hükümleri ve işlenmesiyle ilgili muamelat hükümleri de vardır. Yâni, bu sözün doğruluğunun tasdiki de âmellerdir. Bir ubidiyyet vardır. Abd dediğimiz zaman, Rabbının emirlerine uyması ve nehiylerinden yasaklarından da kaçınması lâzımdır. Bunlarda başta gelen şartlardandır. İslamın 5 şartı imanın 6 kaidesi vardır. Evet hadisde sadece “Lâ ilâhe illallah” buyurdu ise doğrudan doğruya bu sözün arkasında hiç bir şey işlenmeden hiç bir âmeli işlemeden demek de değil ki... “Lâ ilâhe illallah” demek ilk olarak İslam zümresine girmek içindir. Bu sözü söyleyen kılıçtan kurtulmuştur. Fakat, bu sözün arkasında i’tikad ve âmel yönünden işlemek şartıyladır. Hülasa bu günkü günümüzde Merciyye i’tikadlı bazı kimseler diyorlar ki: “Bir kimse kâfir olduğunda ne kadar âmel-i hasen, iyi âmeller işlerse işlesin nasıl ki sayılmıyor ve geçersiz ise, imana girdikten sonra da hiçbir kötü âmel veya hiç âmel işlememek de imanı bozmaz” diyorlar. Merciyyenin sapık i’tikadları bunlar...
Hadis-i Şerif:
ان الله عزوجل لم يبعث نبيا قبلى الاكان فى امته من بعده مرجية وقدرية يوشوشون عليه امر امته من بعدى الاان الله عزوجل لعن المرجية والقدرية على لسان سبعين نبيا الآوان هذه الامة مرحومة لا عذابها عليها فى الاخرةوانما عذابها فى الدنيا الاصنفين من امتى لايدخلون الجنة المرجية والقدرية
(رواه ابن عساكر عن معاذ ابن جبل ر.ع)
Hadis meâli: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor ki: “Benden evvel gelmiş geçmiş nebilerin ümmetleri içinde mutlaka Kaderiyye ve Merciyye vardır, neden vardır acaba? Çeşit çeşit fırıldak çeviriyorlar ve ümmetlerin normal i’tikadlarını bozmak için âdeta şeytanın hiziblerinden bir hizib olarak bu iki fırka her ümmet içinde her zaman olmuştur. Onun için: Allahü Zülcelâl 70 nebisinin diliyle lânet ettirmiştir. Ancak benim ümmetim Allahü Zülcelâlin rahmetine nail olmuştur. Ümmetim bunun dışındadır. Ümmet-i merhumedir. Ümmetim için çok merhamet vardır. Ümmetimin kıyamette azabı yoktur. Öyle buyuruyor... Ancak, azabları dünyadadır. Burada, bu dünyada başlarına gelenlerle temizlenmiş olarak gideceklerdir. “İllaki sınfeyn” Ancak iki sınıf hariçtir. Normal olarak ümmetimin işlemiş oldukları hataları karşılaştıkları beliyye vs. İle giderilmiş ve temizlenmiş olur. Namazdan namaza günlük, cumadan cumaya haftalık, ramazandan ramazana yıllık keffâredir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ümmeti böyledir. Esâsen Allaha şükürler olsun... Hepside cennete girerler... Ancak ve ancak Merciyye ve Kaderiyye hariç...
Bunlar müstesna olup cennet yüzü dahi göremezler.
Tekrar yine aynen: Çünkü bunlarda âmel diye bir şey yoktur. Sadece ikrardan ibarettir. Ve kavlen ikrarı yeterli görüp âmele itibar etmezler. Âmeli şartta saymazlar. Rabbim bizleri islah etsin, hidâyet ve şuur versin. Âmin...
Öteden beri cereyan eden bu hali bu hadisler ışığında fehmetmiş anlamış oluyoruz ki bu günümüzde dahi böyle söyleyenlerin halleri Merciyyeye uygundur. Hali hazır bizim duyduğumuz namazı dahi bozmaya çalışıyorlar. “Kur’an bilmiyorsan, Fatihayı bilmiyorsan, o zaman Türkçe olarak Lâtince harflerle meâlini oku, bunu da bilmiyorsan, yapamıyorsan esas duruş yap, hazırol halinde bir dakika durursanız namazı kılmış olursunuz” diyorlarmış... Ben görüp duymadım fakat bize duyuranlar bu şekilde aktardılar. Hali hazır Müslüman olan Türkiyemizde bu gibi haller cereyan etmektedir. Kur’an-ı Kerimi âdetâ kendi oyuncakları haline getirmişlerdir. Çeşit çeşit te’villeri kendi çıkarlarına göre yapmaktadırlar. Halbuysa;
“Kur’an-ı Kerimi kendi re’yine göre tefsire kalkışan cehennemde yerini hazırlamış olur.” buyurmaktadır Aleyhisselâtü ve’s selâm. Hâşâ Allah kelamı bu gibi şeylere nasıl sığıyor acaba?
İmam-ı Malik ve İmam-ı Şafiye göre namazda Fatihanın okunması mutlaka farzdır ve şarttır.
لاصلاة الابفاتحة الكتاب
“Fatiha okunmadıkça namaz olmaz.” Diğerleri, İmam-ı Azama ve İmam-ı Ahmede göre ise namazda Kur’anın okunması farzdır. Ama, Fatihanın tahsisi ve tayini vacibtir, yâni tercihlidir. Vacib hükmünde olsa da ötekiler farz diye buyurmuşlar. Farzın terki zâten mümkün değildir. Peki vacibi bilerek terk ederse ne gerekir? Vakti çıkmadan o namazı tekrar iade eder. Bilerek vacibi terkederse böyledir. Vacibi sehven bilmeden terkederse sonunda sehv-i secde (yanılma secdesi) yapar.
Farz desin vacib desin bilerek Fatihayı okumazsa şer’an o namazı vakti içinde yeniden kılıp Fatihayı mutlaka okuması şarttır.
İşte şimdiki halimiz bu iken meydanı boş bulan bu sapık i’tikadlar güya namaz kılacağım diyor ama İslâmi değil... Kendi inanç ve i’tikadlarına göre keyfince kılacağı namaz ise İslâmi açıdan geçersizdir, canının istediğini yapsın... Ama aziz milletimizi zehirlemesinler. Bu günümüzde bu gibi insanlar âdeta cehennem kapısındaki zebâniler gibi halkı cehenneme dâvet etmektedirler. Onun için bu minvâl üzere olanların i’tikadları açıkça Merciyye ve Kaderiyye fırkalarının inanç ve i’tikadlarının aynisidir esâsen... Halkı teşviş (karıştırma) etmekteler. Şeytanın hizmetkârları olarak halkın ehl-i sünnet ve’l cemaat olan Fırka-i Nâciyye i’tikadlarını bozmak için bütün şer güçlerle el ele omuz omuza çalışıyorlar gece-gündüz...
Hadis-i Şerif:
عن ابن عباس (ر.ع) عن رسول الله قال رسول الله صلى عليه وسلم: صنفان من امتى ليس لهما نصيب من الاسلام المرجية والقدرية (رواه الترمزى قال هذا حديث صحيح)
Hadis meâli: İslam dininde iki fırkanın asla nasibleri yoktur. Bunlar Merciyye ve Kaderiyyedir. Hadisi Tirmizi Abdullah İbn-i Abbas (ra) rivâyet edilmiştir. Hadis sahihtir.
İşte öteden beri anlatmaya çalıştığımız ve anlamanızı istediğimiz mevzu’ budur ki; ne buyuruyor:
Hadis-i Şerif:
عن عبدالله ابن عمر (ر.ع) قال: سمعت عن رسول الله صلى الله عليه وسلم يكون فى امتى خسف ونسخ وذالك فى التكذيب باالقدر (رواه ابو داود والترمزى)
Hadis meâli: Bir zaman gelecek ki ümmetimde hem hasf hem de mesh olacaktır. Hasf yere batmadır, yerin yutmasıdır. Mesh ise şekil değiştirme demektir. Ümmet-i Muhammed de vücûdan değişme olmuyor isede kalblerinde değişme olabiliyor. Kalbleri diye buyuruyor Aleyhisselâtü ve’s selâm. Vücûden insan ama kalbleri insan kalbi değildir.
Peki, nedir esâsen bu zelzelelerin ve insan kalblerinin değişmesinin sebebleri acaba? Kaderi tekzib edişleridir. Kaderi yalanlamalarındandır. Bizim öteden beri söylediğimizde budur. Ente püften meselelere küçük günahlardan olan baş örtüsü gibi şeylere hasf ve meshi atfetmeleri esâsen abartılmıştır. Ayni zamanda gâyeleri ise fitneyi alevlendirmektir. İnsanın kendi kafasından tasavvurla mesnedsiz olarak uydurmasıyla hüküm verilemez. Zirâ, mutlaka ve mutlaka bir mesnede dayanmalıdır ve bir dini mesnede ihtiyaç vardır. İşte buyuruyor ki: Kaderi tekzib ettiklerinden dolayı müstehak oluyorlarda bunlar başlarına geliyor. Hadisi Ebu Davud ve Tirmizi rivâyet ettiler Hadis sahihtir.
Hadis-i Şerif:
القدرية مجوس هذه الامة (لا تجالسوهم)
Hadis meâli: Kaderiyye bu ümmetin mecusîleridir. Hastalıklarında ziyâret etmeyiniz, Onlarla konuşurken asla kader konusunu açmalarına izin ve boşluk vermeyiniz. Onlardan uzak durunuz ve biliniz ki çok tehlikelidirler. Bunlarla oturup konuşmayın. Hatta diğer sınıflarda bu şekildedirler.
Aişe (ra) şöyle buyuruyor:
Bunlar altı sınıftırlar ki Allah tarafından ve tüm nebiler tarafından lânetlenmişlerdir. Bunların böyle olmalarına sebeb nedir? Kur’an-ı azimü’ş şanı kendi rey’lerie göre te’vil edip değişik değişik ilaveler, noksanlıklar veya uydurmalar yaparlar. Allahın kaderini de yalanlarlar. Kur’anı kendi çıkarlarına göre te’vil ederlerken hiçbir mesned aramadan, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem), sahabe-i kiram (ra) ve seleflerin söyleyişlerinden gayri olarak kendi akıl ve mantıklarına göre tasavvur ederek te’vile kalkışırlarsa bunlar esâsen lâneti hak etmiş kimselerdir. Hele bilhassa müşebbihât... Müşebbihât âyetleri zaten çok sakıncalı olan âyetlerdir, yanlış te’vili küfre iletir. Allahü Zülcelâl bizleri bu gibi hallerden korusun. Adam çıkıp ben aklımla Kur’andan birşeyler çıkarır yaparım diyor...
الجدال باالقرأن كفر
O kadar sakıncalıdır ki Kur’anda cedelleşmek ve münazara etmek sakıncalıdır, yasaktır ve küfürdür.
Bu günümüzde de cari’dir. Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) peşinen buyurmuştur: En fazla korktuğum, Kur’an-ı Azimü’ş şanı âdeta âlet edâvat gibi icabında bir münâfık, bir kafir veya her ikisi de cedelleşme ve münazara âleti yapacaklardır. Kafir olmalarına rağmen onlarda Kur’anla ilgili münazaralar yaparlar. Maksadları açık, belli ve Kur’anı azimü’ş şanı tahriftir, bozmaktır... Ahirü’z zamanda bu haller olacaktır ve korktuğum şey budur.
Gelelim Mecusilere: Neden Mecusî deniyor onlara? Çünkü, Mecusîler şeytana en yakın olan kimselerdir. Zirâ onlar ateşe taparlar ki; dumansız ve parlak olan kısmına taparlar ve hayır umarlar ve beklerler. Dumanlı kısmını ise şer olarak tanırlar. İşte mecusî benzetmesi bundan dolayıdır. İşte Merciyye denilen fırka da, doğrudan doğruya “Lâ ilâhe illallah” kelimesiyle imanı elde ettik deyip âmelleri sükût ediyorlar ve işlemiyorlar. Farzları itaatları tamamen saf dışı yapıp hiç ihtiyaç duymuyorlar. Sadece kelime-i tevhidi demekle yetiniyorlar. Hayrı tâmamen tevhidde görüyorlar. Ve iman buna bağlı deyip kavlen bu kelimeyi yeterli kabul ediyorlar. Âmelleri gereksiz görüp sükût ettiriyorlar. Bende Müslümanım diyorlar ama hiç âmel işlemiyorlar.
Kaderiyyeye gelince: Onlarda hayır kısmını Allahü Zülcelâlden kabul ederler. Fakat insanın yapmış olduğu fiilen işlediği mâsiyet, kötülük vs. şerlerin Allahdan olmayıp şeytandan oduğunu iddia ederler ve inanırlar. O zaman ne oluyor...
Gerçekten; bizim Denizli - Karahayt Kaplıcalarında bulunduğumuz bir devrede yaşlı bir kimse bu meseleyi açtı ve anlattı. Ve dedi ki: “Oğlum ilahiyatta okuyor bana şu şekilde malûmat verdi ki; kaderin hayır kısmı Allahdan, şer kısmı ise şeytandandır diye söylüyor” ve bu meseleyi bize de sordu. Bu kimsenin kendisi dahi yumuşak bir ifade ile “Benimde böylesini tasvib eder bir halim vardır siz ne dersiniz buna” diye sordu...
Kardeşlerim, hakikaten yalama durumuna gelmişiz. Hayr Allahdandır deyip şer de şeytana uygun görülüyor. Öylesine sinsi bir hadise ki; insanı imanından öyle basitçe ve çabukça çıkaranı başka zor bulunur. Âdeta hamurdan kıl çeker gibi çaktırmadan imandan çıkarıp kâfir ediyor. O kadar basitten...
Halbuysa bir düşünün ki Allahü Zülcelâl:
الله خلقكم وما تعملون
“Allahü Zülcelâl sizleri yarattığı gibi âmellerinizi de yarattı kudretiyle...” Eğer şeytanda böyle bir güç varsa o zaman ne oluyor? Hayrı Allah yaratıyor, Şerri de şeytan yaratıyor. İki ilah olmuş oluyor, düşünün... Düşünün... Eğer şeytanın şerri verecek gücü varsa ve şerrin halıkı ise o zaman hallak demek o ise Hak demek hâşâ... Halbuki yukardaki âyet açıkça bildiriyor ki: “Sizi de âmellerinizi de yaratan Allahü Zülcelâldir.” Çok sakıncalı ve tehlikelidir. Hayrı Allahü Zülcelâle, şerri de şeytana uygun görüp güyâ şerri Allahü Zülcelâle yakıştırmıyormuş gibi basit bir akıl ve mantık oyunuyla küfre eletiyor. Halbuysa hayrıda şeride yaratan, işleten ve güc veren Allahü Zülcelâldir. Onun kudreti dışında bir zerre hareket edebilir mi? Mümkün müdür bu?
İmam-ı Gazali, İhyayı Ülûmda Kavaidu’l akaid diye buyruyor ki: kudret yönünden Allahü Zülcelâlin hareket ettirmediğini kainât bir araya gelse hareket ettiremezler. Allah durdurduysa hareket ettiremezler. Hareket ettirdiyse de durduramazlar. Güc ve kudret Allahü Zülcelâlindir. Tasarufu dışında ve karşısında âdeta zıd olarak birisi hayrı birisi de şerri işletecek... Demek ki şeytanda faal, fiiliyatta yaratabiliyor demektir... Düşünün bir kerre. Bu açıkça şirk esâsen... Böylece Allahü Zülcelâlin karşısına başka bir ilah daha çıkarmış aynı zamanda hem hallaktır, hem de el’an faaldir, hem yaratıcıdır hem de fiiliyatı da işletiyor demektedirler. Artık bu nereye varacak?..
İşte bundan dolayıdır ki, bu iki sınıf ümmetin mecusileridirler. Ayni zamanda İslâm dininden hiçde nasibleri yoktur. Cehennemin esfeli safiline olan kimselerdirler. Allah şerlerinden korusun. Âmin...
Allahü Zülcelâl bunları hiç de hoş görmüyor, çünkü karşısına şeytanı getiriyorlar. Birisi bu yandan, öbürüsü şu yandan diyorlar hâşâ... Sanki Allahü Zülcelâlin hükümlerini adam gibi bilmeye ve emirlerine itaat etmeye de asla ihtiyaç duymuyorlar. Hayvanlardan da aşağı yaşayıp gidiyorlar cehenneme doğru... Sadece “Lâ ilâhe illallah” desek yeter ve bizde Müslümanız deyip hiç bir âmele gerek görmüyorlar. İşte işin bu gibi incelikleri vardır.
Ümmet-i Muhammed 73 fırkaya boşuna mı parçalanıyor. Kim parçalıyor, nasıl parçalanıyor? İşte bu çok tehlikeli i’tikad bozuklukları kafaları ve kalbleri alt üst edip karıştırarak parçalıyor...
Onun içinde 72 fırkanın en tehlikelisi Mürciyye ve Kaderiyye fırkaları olup ümmetin mecusîleridir. Onlara azab mutlakadır ve cehennemin esfelidir. İşte Karahayt kaplıcasındaki bu kimseyi uyardık ve dedik ki “eğer bu minval üzere ölürsen ale’l küfresin, küfür üzerine ölürsün...”
Tekrar tekrar söylüyorum ki; Ahirü’z zamanda mesh de olabilir... Evet vücûden herhangi bir hayvan vs. şekline girmezler fakat kalbleri değişir.
Hafızu’d Dimyatî esâsen Hafızu’l Hadistir. Ve çokta kıymetli ve değerlidir. Kendisi şu vaka’yı anlatıyor: Cami’den dönerken karşıma bir mahluk geldi ki; çok acayib ve o kadar tuhaf ki şekline bakılmaz ve tiksindirici halde. Fakat berâberinde de bir genç vardı. Ona sertçe “bu nedir?” dedim, Oda “bu benim babamdır” deyince “oğlum sen nasıl terbiyesiz bir evladsın bir baba nasıl bu hale gelir?” “Efendim inkâr edemeyiz, babamızdır. Kendisi bize sabah akşam Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer’i (ra) lânetlemeye mecbur ederdi. Bizler tiksinir ve yapmak istemezdik ama illa bu lâneti bizden duymak ister ve tehdid ederdi. Hiç huzur vermezdi. Sonra bu hal başına geldi: Size geldik ne yapmamız lâzımdır?”
İşte bu misilli olan ve bu sistemi kullanan böyle bir fırka daha vardır.
Hülasa kardeşlerim hiç değilse evvelki milletlerin başına gelenlere bakmak lazımdır. Meselâ Ashab-ı Sebt’e zamanın nebisi cumartesi balık avlamayı yasak etmişti. Hergün serbest sadece cumartesi günü yasak koymuştu. Allahü Zülcelâl tarafından zamanın nebisine de bildirilmişti. Fakat bunlarda hilebâzdırlar. Balıkların olduğu kanalın yanıbaşına derince bir çukur kazıyorlar bir açıklık verip yasak olmasına rağmen gizli gizli balıkları kanaldan çukurlarına geçiriyorlar ve avlıyorlardı. Onun içinde Ashab-ı Sebt bir sabah maymunlar ve hınzırlar olarak kalktılar. Bu kesindir ve Kur’anda A’raf / 161 – 167 âyetlerinde anlatılır.
Onun için, bu şekilde ümmet-i Muhammede vücûden başka bir hayvan şekline dönmek (mesh) olmaz da kalbleri değişebiliyor. Mesela hınzır vs. kalbine dönüşebiliyor. Ve onun gibi davranıp onun gibi yaşıyor... Kalbin vücud üzerinde hakimiyeti fazlacadır. Settar olan Allahü Zülcelâl ümmet-i Muhammedi ve bizleri bu gibi hallerden korusun, cümlemize ale’l iman ile husn-ü hatime nasibetsin. Âmin...
Kardeşlerim; biliyorsunuz ki bu 73 fırkadan bir tanesi Fırka-i Nâciyedir. Kurtuluşa erenlerin fırkası... Diğerleri sapıktır ve nahoş halleri vardır. Kaderiyye ve Merciyyeyi anlattık. Mu’tezile fırkasına gelince: Bunlar şu anda piyasa da çokça olup, Rasulullah’ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) gaybi bilmediğini, mugayyıbat-ı hamseden dahi bir mâlûmatının olmayacağını ve hatta mu’cizeleri dahi pek tasvib etmemektedirler. Hele bilhassa evliya kısmının kerâmetlerini filan hiçte tasvib edip kabul etmezler. Bu gibi cür’etkârlıkları vardır. Mugayyıbat-ı Hamseyi (ecel-rızk-madca’-eser-said veya şaki oluş) kimse bilemez derler.
Esâsen Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) devresinden önce kahinler, arraflar (biliciler) vardı ve birşeyler söyler ve yaparlardı. Tabi o zaman şeytanlar göklere de çıkarlar da, Meleklerden duyduklarını kahinlere ve arraflara aktarma ederlerdi. Böylece bilebilmeleri bu yönden de olurdu. Fakat Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) teşrifinden sonra artık herhangi bir şeytan çıkamadı.
وَأَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْآَنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًا (Cin / 9)
وَزَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَحِفْظًا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ (Fussilet / 12)
“Halbuki (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulub) oturuyorduk. Fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev hüzmesi buluyor.” Yani şimdi ise yaklaştığımız takdirde yakıcı olarak çımkılar geliyor. Hani bazen yıldızlar kayıyor ya... Yıldızların bazıları doğrudan doğruya süstür. Saffat sûresi 6. Âyeti celilesinde: “Biz yakın göğü, bir süsle yıldızlarla süsledik.” buyuruluyor. Esâsen hem güzellik hemde ziynet olmakla berâber şeytanlara da bir recmdir. Meleklerin kamçıları esâsen
لاحول ولاقوة الاباالله العلى
“Lâ havle velâ kuvvete illa billahi’l azim”dir. Şeytanlar göklere yaklaştıklarında o zaman yakıcı bir nesne üzerlerine geliyor. Çıktıklarında mutlaka helâke uğrarlar. Ya yanarlar veya sakatlanırlar. Onun için fazla yaklaşamazlar. Bu cenabı Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hayr-ü berakatıdır. Artık kâhinlerin fazla bir malûmat sahibi olanları kalmamıştır. Onun için kahinlerin umutlarını kesmek için Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor ki: Bir kahine gidipte bir meseleyi soracak olursa ve aldığı cevaba inanırsa:
Bir arrafa biliciye sorarda söylediğine inanırsa 40 gün namazları geçersizdir. Bu hususta Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem), devresinde bir emân durumundadır. Yıldıznâme sürmeler vs. nin ortadan kalkması için ve insanlar böyle asılsız şeylere bağlanmasın diyerekten bu buyurulmuştur.
إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
(Lokman / 34)
“Kıyamet günü hakkındaki bilgi, ancak Allahın katındadır. Yağmuru o yağdırır, rahimlerde olanı o bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir, herşeyden haberdârdır.”
Mugayyibatı hamse; yağmurun bilinmesi, ana rahminde ne olduğu, insanın toprağının nerede olacağı, kıyametin ne zaman kopacağı gibi... Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) için mugayyab-ı hamseyi bilemez diyorlarmış hâşâ...
Fitne ile alakalı 900 küsûr sahifedir. Hatta İbn-i Kesir’in bile 2 cildi fitne ile alakalıdır. Bir taneside nefhatun fissura kadar olan fitneler ile âlâmetler anlatılır.
Cenabı Rasulullahdan (Sallallahu Aleyhi Vesellem) sonra Hz. Ömer’in (ra) şehid edilmesi ile fitneler yayılmıştır. Hz. Ömer (ra) bulundukça fitnenin kapısı idi. Fakat kendisi geçtikten sonra fitneler başlamıştır. Hz. Osman (ra) ve Hz. Ali (ra) Emeviye ve diğer devrelerde devam etmiştir.
Rasulullahdan (Sallallahu Aleyhi Vesellem) fitneyle alakalı en çok malûmat veren Huzeyfetü’l Yemanı (ra) dir. Hatta öyle söylüyor: “Ben bu yönden çok cür’etkârdım. Çok sordum. Birlikte sorduğumuz kardeşlerimiz benden yaşlı idiler ve bazılarını gaib ettim. Fakat şimdi ise ne sorarsanız sorun bir kerre fitne ile âlâkalı olarak Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) en fazla soran benim. Onun için vallahi 7 kişilik bir fitne oluyorsa yeryüzünde kabileleri yerleri, nerelerde ne gibi ise vallahi ma’lûmat vermiştir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bir şey bırakmamıştır. Dikkat ederseniz ve fütûhat-ı İslamiyyeyi okursanız Tarihü’l Hülefa, Cezerinin Kitabü’l Kâmili, tarihi İbn-i Haldun ve benzerleri gibi eserleri okursanız. Hatta Tabari, İbn-i Kesir’in dahi “Bidayetü’l ve’n Nihaye”si gibi... Okuyun ki; Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Moğollar olsun başkaları olsun hepsini birer birer anlatmış. Hiç yapamazsanız İstanbul’un fethi hepimizce bilinmektedir. Bu fetihle ilgili hadisleri hutbelerden de dinlemişsinizdir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Kostantaniyye ile ilgili mâ’lumatları birer birer vermektedir. Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) kıymet ve değerini bilemiyorlar. Allah muhafaza etsin. Âmin...