اعوذباالله من الشيطان الرجيم

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمدلله رب العالمين وبه نستعين والصلاة والسلام على خير خلقه محمد وعلى آله وصحبه اجمعين

الحمدلله الذى هدانا لهذى وماكنا لنهتدىلولا ان هداناالله وماتوفيقى ولاتصانى الاباالله عليه توكلت واليه انيب

 

Kardeşlerimiz; biliyorsunuz Aleyhisselâtü ve’s selâm ahirü’z zaman hakkında mütemadiyyen:

اللهم انى اعوذ بك من فتنة آخرالزمان

bizâtihi böyle diyerek “ahirü’z zaman fitnelerinden Allaha sığınırım” diye bize ma’lümat vermiştir. Nitekim ahir zamanda 73 fırkanın bir tânesi Fırka-i Nâciye olup diğerleri ya dalalate sevkeder veya küfre eletirler. Bunların ise ahirü’z zamanda gittikçe yaygın olacağı ise hadislerde apaçıktır. Onun için her zaman ve hali hazır en tehlikelisi  olan Haricilik İmam-ı Ali (ra) devresinde başlamıştır. Hariciye mezhebi ki; basit bir şey için Kur’an ın zahirine göre hükmedip küfrüne ve şirkine karar verirler. Elbette bu 72 fırkanın muhtelif i’tikadları ve inançları vardır. Bunları Fırka-i Dalle dememiz tabi ki i’tikadları yönündedir. En zararlıları ise Hariciye fırkasıdır. Hariciye ve diğerleri yani 72 fırka nın mutlaka ve mutlaka dalalete sevkeden veya küfre eleten bir i’tikadları olup az veya çok hak yoldan kaymışlardır. Ve bunlar ahirü’z zamanda da fazlaca yayılmışlardır. Hariciler İmam-ı Ali (ra) devresindeki vakı’alardan başlamışlar ve hemence tekfir ederler. Dillerinde ve fikirlerinde hep tekfir ve şirk kelimeleri vardır. Nitekim İmam-ı Ali (ra) yi basit bir hükümden dolayı ki; Kur’an hükmü var iken kendine göre hüküm çıkardın (Hakameyn hadisesi) diye kendisinin küfrüne karar vermişlerdir. Hatta Hz. Ömer (ra) hutbesinde de bu hadisi de okuyor ve öyle bir kavim gelecek ki Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaatını da tamamen inkâr edecekler ve tasdik etmeyecekler buyurmuştur. Bir çok hususlar sıralanmıştır ve şefaat da bunlardan bir tanesidir. Hutbesinde okuduğu hadisde mevcûddur. Bu hadis Fırka-i Nâciye kitabımızda vardır. Ben bu hadisi okuduğum zaman acayibime gitmişti ve “Allah Allah Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ümmeti olup da Onun şefaatını inkar edecek acaba kim olur ki?” demiştim. Çünkü şefaatsız kimse bir yere varamaz. Kâinat ona muhtaçdır. Sadece hatalı olanlar değilde Âdem (as) den kıyamete kadar gelmiş gelecek herkesin şefaata ihtiyaçları vardır. Çünkü mahşer âlemi güneşin sıkıntısı altındadır. Çok fazla olan ızdırab, sıkıntı ve ter içerisinde âdeta boğulacak derecede olup dururken. Ama cennetlik ama cehennemlik bu kadar kalabalık  halk olmazsa işleme başlanmış olsun diye şefaat dilerler. Sıkıntıdan kurtulmuş olsunlar da ama yarar ama zarar ama cennet ama cehennem ne ise bu şekilde güneşin harareti altında mü’min kafir ve muhtelif durumlarda kişiler bu ızdırab içinde beklerken nebilerin dahi Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaatına o anda ihtiyaçları vardır. Hiç olmazsa hesab başlasında yarar veya zarar herkes varacağı yere varsın isterler.

Tabiki Hz. Ömer (ra) in hutbesinde geçen hadisi okuyunca benim acayibime gitti ki; herkes, şefaata muhtaç olmasına rağmen böyle müstağni durumuna gelecek olanlar kimler acaba? Nasıl bir fırkadır bunlar acaba? Kimler ki şefaatı tasdik etmeyecekler ve şefaata ihtiyaç duymayacaklar? diye. Meğere, Teymiyecilerle başlamış Vehhabi mezhebine gelince şefaatı inkarda en fazla cesur olanlar onlar oldu. Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) karşı gılzatlı, şefaatına karşı ve kendisine âdeta düşman gibi davrananlar Vehhabi mezhebi mensublarıdır. Allahü Zülcelâlin Habibi kıldığı Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) kâinat sevgi ve saygı duymaya mecburdurlar. Halık olan Allahü Zülcelâl birdir, tektir. Mahlukat arasında da inanın ki tek bir kişidir. Ekmel-i kâinattır. Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bir kefeye kâinat diğerine olsa Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) racih gelir. Kâinat Ona medyun-ü-muhtacdır. Mahşer aleminde vallahü’l azim Âdem’e (as), Nuh’a (as), İbrahim’e (as), Musa’ya (as), İsa’ya (as) hepsine başvuruyorlarda şefaat etsinler diye. Ancak asla her ferd kendisi “nefsi, nefsi!..” demektedirler. Halk o zaman ye’se düşüyor. Ancak ve ancak Cenab-ı Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) baş vurulacaktır. Aslında şefaat yetkisi de ondadır. Buna rağmen şefaate ihtiyaç duymayacak ve tasvib etmeyecek olan bedbahtlar kimlerdir acaba? İnanın ki 72 fırka içinde Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) karşı bunlardan daha gılzatlı olanını hiç görmedim.

Kaderiyedir, Merciyedir çeşit çeşittir. Kimisinin Allahü Zülcelâl ile ayrı bir hesabları vardır. vs. Fakat Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) karşı böyle âdeta düşmanı olacak seviyede ziyâretini meşru’ görmüyorlar, istigase şirktir diyorlar. Hehangi bir nebiye herhangi bir kimseye istigase desen derhal şirktir diye tabir ederler. Daha ötesinde ise şefaatı tamamen tasvib etmeyib şefaatın olmadığını söylüyorlar. Çünkü “Müznübinlere şefaat edilmez” diyorlar.

 Hali hazırda ziyâret hususunda ma’lumat verdik. İstiğase hususunda bir iki meseleyi ortaya koyduk. Hz. Âdem (as) in zelleye düştüğünde Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) iltica’ ederek affa uğramıştır bunu kainat biliyor. Yine gözlerini kaybeden sahabe Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) cemaatından geri kalmamak için cenneti dahi va’detmesine rağmen “Ya Rasulullah senin cemaatına gelip gitmem benim için cennetten daha hoştur” deyib tercih etmiştir. Hülasa bunlar gayet açıktır.

Şimdi ise şefaat yönünden birazcık aklı olup da buna cür’et edecek kimse yoktur.

Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor ki: اناالدليل والهادى الله    “Ben delilim, hidâyet Allaha aittir” Allahü Zülcelâlin sevgili Habibine (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hiç ihtiyaç duymuyorlarsa ne yapabiliriz? Aracı olmadan olsa idi ne işi vardır Ademden (as) bu yana gelen resullere, nebilere. 313 resul gelmiş ki bunlar Allah ile kulları arasında aracı olan elçilerdir. İhtiyaç muamelatlar ve ahkamlar tamamen onlar yoluyla ve vasıtaları ile temin edilir. Bunların elbette kıymet ve değerleri vardır. İstisnâ olup elçi olarak gönderilmişlerdir. Allah katında ayrı bir kıymetleri ve değerleri vardır. Âdem (as) e halifem diye buyurmuştur. Kimisi Safiyullah, kemisi Neciyullah, kimisi Halilullah, kimisi Kelimullah, kimisi Ruhullah ta ki Habibullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) gelinceye kadar. Hepisi de saygıya değer şahsiyetlerdir ve kıymetleri vardır ve diğer kullar arasında bunların aracılık ve elçilik vasıfları vardır. Hem ahkamları hem muamelâtı hemde nasıl bu âlemde bizi ilim sahibi kılıb ibadet ve Allahü Zülcelâle kulluk vazifelerimizi öğretmişlerse gelecek ahiretimizde de umudumuz şefaattir mutlaka. Buna rağmen müstağni görünüyorlar ihtiyaç duymuyorlar ve daha, daha da “gâh şirktir gâh küfürdür vs.” diyorlar. Nitekim Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyurur: “Kur’anı azimü’ş şanın kâfir ve müşrikler için gelen âyetlerini hemen mü’minlere hamlederler (yüklerler) ve tekfir ederler ve şirke eletirler. Halbuysa yanlışlık vardır. Bunlar Hariciyyedirler” diye Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bizâtihi ünvân vermiştir. Ve Hariciler kitabu’n nar الخارجية كلاب النار    “Hariciler ateşin köpekleridir” buyurmuştur. Nevadirü’l üsûl ve başka kitablarda hadis tüm açıklığıyla mevcûddur.

Hülasa şefaat yönünden Allahü Zülcelâlin izni ve inâyeti ile sizlere bazı hadisler serdedeceğiz İnşaallahü teâlâ.

 

Kardeşlerimiz; kabirlerimizden avdet ettiğimizde tabi ki yer yüzü değişmiştir eskiden bildiğimiz yeryüzü değildir. Ayni zamanda güneşin harareti o kadar çok ki milleti sıkıcı bir haldedir. Güneşin ışığı ise yoktur. Halkın kâfir olanları simsiyah renkli olan kimselerdir. Beyaz renkli olanlar ise mü’minlerdir. Ter kimisinin topuğuna kadar gelmiştir, kimisinin ise kulaklarının yarısına kadar gelmiştir. Ancak herkesin teri sadece kendisine te’sir etmektedir. Bu minval üzere halkın sıkıntıları pek çoktur. Ne yapıp ne edeceklerini ve kime başvuracaklarını bilmez haldedirler. Bunun başka bir yönü de yoktur. Kimisi karınları küp gibi şişkin olduğundan ayakta duramayıp yüz üstü düşmekte ve yüz üstü sürünmekte kimisi ayakta ve yürüyebilmekte vs. Hülasa bir acâyipliktir. Allahü Zülcelâlin izni ve inâyetiyle istisna olanlar; Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem)  ve onun etrafındaki sevdiği kimselerdir. Onların muayyen ve istisnâ bir yerleri vardır. Fakat mahşer yerindeki halkın sıkıntısı çok fazla olup âkibetin neye varacağını da bilmiyorlar. Hayatlarında böyle bir sıkıntı görmemişler. Onun için o anda bir çâre ve hiç olmazsa başvuracak bir kimse arıyorlar. Acaba nedir bu hal? Ne zaman başlayacak? Ama cennet, ama cehennem, ama kurtuluş, ama hüsran yeter ki hesab başlasın. Çünkü sıkıntıdan insan her şeyini  yitirir durumdadır. Ki o anda halkın fikrine gelen Âdem (as)’e başvurmaktır. Çünkü “Ebu’l Beşer” “Beşeriyetin Babası” olunca şefuktur atuftur belki geçerlidir diye O’na başvuruyorlar. Başvuruyorlarki “Allahü Zülcelâle karşı bize aracı ol da hiç olmazsa hesablara başlansın bu halden kurtulalım ve muamelât başlasında herkes kendi varacağı edeceği yeri bilsin” derler. Âdem (as) bunları anlattıkları zaman karşılık olarak: “Heyhat, heyhat ben Rabbıma karşı doğrudan doğruya isyan ettim, bir emir verdi, emri karşısında yanlışlık yaptım, “nefsim, nefsim!..” diyerek onlara bir cevap veremiyor ve kendisi de onlar gibi muhtaç halde gösteriyor. Olsa olsa Nuh (as) dan bir çâre olur, nede olsa bir kavme ilk olarak gönderilen resüldür diye Ona başvururlar. Hz. Nuha (as) varıp “Bizim halimizi görüyorsun sen ikinci babamız sayılıyorsun Rabbımızdan dilede işimiz görülsün hesab ne olacaksa olsun ve yürüsün” derler. Hz. Nuh (as) bu şekilde deyişlerine karşılık aklına geliyor ki tufan sebebiyle bu kadar kimseler Allahın kulları tamamen hepiside helâk olduğu gözü önüne gelince “nefsim, nefsim!..” Ben bir beddua ettim de Allahın bu kadar kullarının helâkına sebeb oldum, ben nasıl huzuruna çıkarım “nefsim, nefsim!..” der. Nuh (as) siz en iyisi İbrâhim (as) Allahın Halilidir ve nebilerin babası sayılıyor, Ona gidiniz” der. İbrahim’e (as) giderler ve başvururlar. İbrahim (as) de “Ben hayatta iken Rabbıma karşı 3 yönden yalanım oldu bu 3 yalanımdan dolayı Rabbıma hiç yüzüm yoktur Ona karşı mahcübûm, siz en iyisi Allahın Kelimi olan Musaya (as) gidin. Ona Tevrat verilmiştir ve kavmi de diğerlerinden daha kalabalıktır Ona başvurunuz” der. Hz. Musaya (as) da başvururlar. Hz. Musa da (as) onlara: “Ah ben haksız olarak bir kişiyi öldürdüm ben katilim, cani sayılıyorum ben nasıl huzura çıkabilirim mazlum birini öldürdüm” diyerekten o da “nefsim, nefsim!..” der ve Hz. İsaya (as) gönderir. İsa (as) Ruhullahtır Allahın kelimesidir ona gidin benim “nefsim, nefsim!..” der. Hz. İsa (as) “Heyhat, benim Rabbıma yüzüm yoktur. Halkın benim için kullandıkları bazı inançlar sebebiyle ben değil de hakikatte ancak ve ancak Muhammed Aleyhisselâtü ve’s selâm bu işi halledebilir. Siz O’na başvurun” der. Burada diyebiliriz ki doğrudan doğruya başlangıcında akıllarına gelse de hemen Muhammed (Sallallahu Aleyhi Vesellem)e başvursalar. Çünkü Âdem (as) den beri herkes biliyor. Fakat ne hikmettir ki bilinemesin istenmiştir. Belki de “Adem de (as), Nuh da (as), vs. yapabilirdi” diyebilir ümmetleri. Bu tavır içinde olabilirlerdi. Onun için en ileri düzeyde olan resüllere başvuruyorlar ve sonunda Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) kıymet ve değeri ortaya çıkarıyor. Bu müşkili halledebilecek olanın Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) olduğunu herkes ittifakla bildi. Allahü Zülcelâlden gayri hiç kimsenin böyle bir “Şefaat-i Uzma” yetkisi yoktur. Bu beşer olarak sadece Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) aittir. Tüm resûller, nebiler ve kâinât terazinin bir kefesine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) da bir kefesine konsa cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) racih gelir. Misâlde söyleyeyim. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Hz. Ebu Bekir Sıddık (ra) hakkında ma’lümat vermiştir. İlk iman ettiğinden dolayı buyuruyor ki: “Ümmet-i Muhammed içinde ilk olarak Ebu Bekir Sıddık iman etmekle beraber başlangıçtan kıyamete kadar iman edenler terazinin bir kefesine Ebu Bekirin imanı da bir kefesine konsa Ebu Bekiri le raciha. Ebu Bekir racih (üstün) gelir” buyuruyor. Çünkü başlangıç Ebu Bekir (ra) iman ettiği için:

من سن سنة حسنة فله اجره واجرمن عمل بهاالى يوم القيامة

“Kim ki bir hasene kapısı açarsa kıyamete kadar o âmeli işleyenlerden bir ücret  bir hasene payı alır.”

Hasene bir kapıyı ilk olarak açtığından dolayı kendisinden sonra kıyamete kadar kim iman ettiyse ayni mükafatı kendisine de pay olarak ilave ediyor. Kendisinden sonra kıyamete kadar gelipde iman edenlerden ayni payı alıyor ve birde kendi imanı olunca onlardan racih geliyor hem onların imanından faydalanıyor ilave olarak kendi imanı da eklenince racih geliyor.

Biliyorsunuz ki Âdem (as) Safiyullah Nuh (as) Neciyullah vs. Aleyhisselâtü ve’s selâm ise Rasulullah ve Habibullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) dır. Onun için Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) risâleti umumidir. Bir kavme bir cepheye değilde umûmadır.

 

Çünkü: Âyet-i celilede;

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا ...

 (Sebe’ / 28)

 “(Resûlüm) biz seni insanlar için bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.”

Senin risaletin umumidir. Keffatendir. Hem uyarıcı hem de müjdeleyicidir. Adem (as) Arşın üzerinde ismini görünce iltica edip başvurmuştur. Rabbımız (cc) sormuştur: “Nerden biliyorsun?” diye. “Ya Rabbi, benim böyle bir evladım olunca zelleye düşen babasının affı için onun sayesinde iltica ediyorum” deyince affetmiştir. 

Onun için şefaat yönünden Allahü Zülcelâl başta “makamen Mahmuda” buyurmuş (isra/79) ayetler ve hadisler bu hususta çoktur. 

İbn-i Kesir-in “Kitabu’n Nihaye ve’l bidaye” tefsirinde, Kadı İyaz’ın; “Şifaü’ş Şerif”, Hafızu’l Munziri’nin “tergib ve terhib” ve daha çokları, Ehli hadis bunu candan değerlendirmişlerdir. Çünkü hepimize lazımdır. Kimse dışında kalamaz ki, Büluğ çağına giren her müslümanın candan aradığı ve istediği şeydir şefaat. Huzur verecek olan tek şey şefaattır ve başkada hiç bir yolu yoktur. Şefaat çoktur. Şefaatı kübrâ ise umuma ait hesab içindir. Evet bazı bir kimse  şefaat edebilir. Nebiler, sıddıklar, şehidler, evliyalar, âlimler de şefaat ederler esâsen. Meselâ sırat üzerinden geçerken cennete gireceklerinde şehid olan kişiye “giriniz” diyor. Alim olana ise; “evet, sende gireceksin ama, yetiştirdiğin ve seni dinleyen kimselere şefaat edebilirsin yetkin vardır” deniliyor. Şefaat nev’ileri çoktur. Ama şefaatı kübrâ meselesi üzerinde duruyoruz. Nasıl ki en kabadayı olan nebiler buna cesaret edememişler. Sadece ve sadece Allahın (cc) Habibine (Sallallahu Aleyhi Vesellem)  tahsis edilmiş olan Makam-ı Mahmud hariç olmuştur. Bu makamda ne bir kimse şefaatı haklayabiliyor ne de cesaret edebiliyor. Zira bu makamın sahibi değildir. Bu Allahü Zülcelâlin Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) büyük bir lütfûdur. Onun ümmeti olduğumuza binlerce şükürler olsun. Gece gündüz salat-ü-selâm getirmemizin esâsen gerektiriyor. Çünkü, ni’metin inkârı nankörlüktür. Şükrünü mutlaka ödemek lâzımdır. Bir ni’met varsa şükrünü ödemeyi gerektirir. Şükrân sahibi olursa ni’mette artış olur. Ama, nankörlük yaparsa o zamanda ni’mete küfran olur, Öyle buyuruyor âyetinde:

لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ

 (İbrahim / 7)

 “Şükrederseniz çoğaltırım. Yok eğer inkarcı ve nankör olursanız, ni’metlerime teşekkür etmez iseniz o zaman azabım şediddir. Ni’metlerimi üzerinizden giderir ve şiddetli azab ederim” buyuruyor Allahü Zülcelâl, Allah korusun.

Bir iman sahibi ümmet-i Muhammed mensubu ve bu ni’mete sahib iken başka başka şekillere ve te’villere kalkışacak olursak halimiz nice olur Allahü Zülcelâl muhafaza etsin. Âmin.

Aziz Kardeşlerimiz; ne diyelim ki, Vallahü’l azim bu ni’metten daha üstün olan ni’met görmüyorum. Kendimiz mensubu olduğumuz Resülümüz ve Habibimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem ni’meti azimedir. Allahü Zülcelâlin kulları çoktur milyarlarcadır. Fakat bunların içerisinde Muhammedî olan kimseler bir istisnâdırlar. Bu istisnâ oluşları esâsen öbür âlemde çok daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü sadece ve sadece, mensubu oldukları bu ümmetin riyâsetinde olan Aleyhisselâtü ve’s selâma şefaat yetkisi ve salahiyeti verilmiştir. Allah ile kul arasına girebilecek muşkilatları halledebilecek olan tek bir kişidir tek. Bu ni’meti azimeyi Allah bizlere vermiş, devresine denk getirmiş ve ümmeti Muhammedin mensubu olmuşuz. Esâsen bu bize olan bir lütuftur. Kendimiz seçmedik Allahü Zülcelâl lütfen böyle bir zâta nasib etmiştir. Rasulullaha Habibullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) mensub ve ümmet oldukta inkara mı kalkışıyoruz haşa. Bu ni’meti azimenin şükrüde azim olması gerekirken bunun karşısında olup, kendisine Allahü Zülcelâl tarafından ikrâmen ve ihsânen verilmiş olan şefaat hakkını da inkara kalkışıyorlar. Allah muhafaza eylesin. Ve cümlemizi Alel Hakkı muvaffak ve müyesser eylesin. Âmin.

Kardeşlerimiz; şefaat yüzünden nakletmiş olduğumuz hadisler Şifaü’ş Şerif Kadı İyaz’ın ve “Tergib ve Terhib” Hafızü’l Munzurî’nin, “Nevhidü’l Ledunniye”, “Mişkatü’l Esabih” ve benzerleri harikalardandır. Araştıracak olursanız İbn-i Kesir’in tefsiri Kitabu’l Bidâye ve’l Nihaye’nin son cildinde esâsen kıyamet yönünden çok geniş malümât vardır. Başlangıçta bahsettiğimiz Adem (as) e ve diğer nebilere Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) gelinceye kadar halkın başvurması hadisi tevatüren sabittir. Buhari ve Müslimde dahilindedir.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) beşeriyette bir tanedir. Eşi benzeri olamaz. Şefaati ve istigase edilmesi yönünden inkar edişleri  veya benimsemeyişleri bu kadar kitablarda; İbn-i Hacerü’l Heytemî; Takiyuddin’i Subkî, Celaleddin-i Suyutî ve diğer hadis erbâbları hepisi de apaçıklıkla meydana getirmişlerdir. Ve anlatmışlardır. Bunun kapalı kalan bir kısmı da yoktur. Ancak; Allahü Zülcelâl Zümer süresinde:

وَمَنْ يَهْدِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُضِلٍّ أَلَيْسَ اللَّهُ بِعَزِيزٍ ذِي انْتِقَامٍ

 (Zümer / 37)

“Allah kime de hidâyet ederse, artık onu saptıracak yoktur.”

Allahü Zülcelâl bir hidayet verdi ise onu kimse dalalete sevkedemez. Lâkin bir dalalete layıklığı varsa ve dalalet ehli ise ona da kimse hidâyet edemez. Onun için böylesi olanlara binlerce hadis serdedsekte te;’sirat bırakmaz. Onun için Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) gelecek hayatla ilgili mustakbel durumlar hakkında merhameten ma’lumât vermiştir. Tevatüren olarak hadisleri mevcuddur. O sebeble başka milletlerin mahiyetini muhteviyatını anlamak lâzım. Bahusus ümmetime mensub olmalarına rağmen şefaatının karşısında olmak, şefaatını tanımamak ve benzeri daha beterin beteridir. Bunlar, bu kimseler başka ümmetlere de benzemezler. Çünkü kendilerine Allahü Zülcelâl ni’met-i azime vermiş iken, bununla iftihar edecekleri yerde ve diğer ümmetler böyle bir şeye sahip olmayıp da bizim sahib oluşumuzdan dolayı biz değilde onlar bizim Rasulullahımıza (Sallallahu Aleyhi Vesellem) başvuracaklar iken nasıl olurda ümmeti olarak onun kıymet ve değerini bilmiyorlar veya şefaatını tanımıyorlar!.. İnanın ki bundan daha beteri de yoktur. Ancak ne çâre ki hidâyet hidâyetullahtır. Hidâyet Allahü Zülcelâle ait bir meseledir.

Fi’l hakika Aleyhisselâtü ve’s selâm âleme rahmet oluşu sebebiyle bu rahmetini umûmî olarak ortaya koymuştur. Yarın mahşerde haller nasıl cereyân edecekse peşinen bunları ilân etmiştir. Başka milletlere dahi uyarıdır bunlar aslında. Çünkü öbür âlemde diğer resul ve nebilerin Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) karşısında geçerlilikleri yoktur. Görüyorsunuz ki hepisi de “nefsim, nefsim!..” demekte ve başka bir şey diyememektedirler. Onun için bu bir ni’met-i a’zimedir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) merhameten ve şefkâten, çünkü âleme rahmettir. Mü’minlere ise raufu’r rahimdir. (Tevbe /128) Diğer isanlara ise rahmettir:


 

 

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ

  (Enbiya / 107)

 “Biz seni ancak ve ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”

Alemlere rahmet oarak gönderildiği ilan edilmiş olduğu gelecek müstakbel durum hakkında lütfen ve merhameten onlara dahi bir uyarıdır. Geleceğini öğrenmek isteyen herkes hangi milletten olursa olsun biz bilemedik edemedik duyup öğrenemedik demesinler diye Rasulullah merhameten ilân etmiştir. Tek yol Muhammedî olmak şartıyla. Esâsen herkesten evvel ve tek olarak Aleyhisselâtü ve’s selâm yetki ve salahiyyet sahibidir. Allahü Zülcelâl bizlere şuur versin. Âmin. Artık ne diyelim ki hidâyet hidâyetullahdır. Her zaman bunu söylüyoruz ve şuurlu kılmasını diliyoruz. Şuursuz olunca ne yaptığını ne edeceğini bilemez. Onun içinde her zaman şuurlu olmayı taleb ediyoruz. Hakikaten pek mühimseyip önem vermiyorlar amma şuursuz kimselerin ne yapıp ne yapmadıkları ortadadır. Hem bu ümmetin mensubu iken bu ni’meti azimeye nankörlük şuursuzluk değil midir acaba? Evet, öteki ümmetler pişman olacaklar ama fi’l hakika onlar Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) vaktinde gelmemişlerdir. Onlar da haklıdır. Herkes kendi devresinde Musa (as) dır, İsa (as) dır, hepsi de haktır doğrudur. Fakat Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) son olarak geldiği için ona mensub olanlar içinde elbette o ümmetlerden de kimseler olacaktır. Onun için gelecek olan müstakbelde kimlere fayda verecek kimler zarar görecek ve kimlere yardımcı olacağını Aleyhisselâtü ve’s selâm merhameten ortaya koymuştur. Sadece ümmetine değil de umûma. Rasulullah devresinde 1400 küsür senedir başka hiç bir nebî yoktur ve bu süre içerisinde bu kadar gelenler gidiyorlar da illa daha, hâlâ Musa diyecek, İsa diyeceklerse bunların sözünün geçerliliği ve gerekçesi de yoktur. Çünkü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ilân etmiştir. Nebiler gelip  geçtikten ve onların devresi kapanıp son resul olan Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) devresi başlayıp kıyamete kadar sürecek olduktan sonra şu kimse bu kimse davası boşunadır. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) devresinde yaşayan her insan için geçerli olan Onun din-i İslamına girmeleridir. Aksi halde küfran-ı ni’mettir ve çok beter durumda olurlar.

İşte Aleyhisselâtü ve’s selâmın âleme rahmet oluşu bu minval üzeredir. Anlatmıştır ve uyarmıştır. Allahü Zülcelâl cümlemize şuûr versin başka diyeceğimiz yok.

Nitekim Merciye kısmında olanlarda “Lâ ilâhe illallah diyenler cennetliktir ister Musa desin, ister İsa desin” diyorlar. Vallahi, ne Musa (as) ne İsa (as) şimdilik geçerli değildir. Evet kendi vakitlerinde geçerli idiler. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) teşrif ettikten sonra getirdiği risâletine ve kendine bağlanmadan, Kur’anı azimü’ş şanın ahkamlarına bağlanmadan Musada (as) İsada (as) Tevratta, İncilde hepisi hükümsüzdür ve geçersizdir, nesholunmuştur. Şuûrlu olmak lazım şuûrlu. Allahü Zülcelâlin rahmetine tevfikatına ve inâyetine sığınırız.

Ma’lumat verdik ki; halk, Adem (as) den itibaren hepisine başvuruyorlar İsa (as) ya gelince onun göndereceği son peygamber olan Rasulullahdır (Sallallahu Aleyhi Vesellem). Çünkü başka ümmet yok ve son ümmet onundur.  Ahiru’z zamanın rasulü olan Habibullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) havale eder onları. Onun için her yerden umutları kesilen halk son olarak Muhammed’e (Sallallahu Aleyhi Vesellem) baş vurmaktan başka çıkar yol bulamıyorlar ve son çâreleridir. Hz. İsa (as) dahi böyle söyler. Hep nebiler korkuyorlar ve “Rabbımızın bugün öyle bir gazabı var ki daha böylesi görülmemiş ve olmamıştır. Onun için biz böyle bir şefaat-ı kübrâya cesaret ve cür’et edemeyiz.” diyorlar. Onun için bu sadece Aleyhisselâtü ve’s selâmın yetki ve salahiyetine verilmiş kendisine bu yönden tahsis yapılmıştır. Çünkü Habibi ve resullerin resûlü olduğu için hepisinin namına temsilcidir. Onun için kendisine geldiklerinde: Ya Muhammed (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bizim bu halimizi görüyorsun artık baş vurduğumuz yerlerden hiç bir çâre bulamadık hepiside size havâle ettiler. Ayni zamanda sen Allahü Zülcelâlin resülüsün, Habibisin fakat:

لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ

 (Fetih / 2)

“Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar.” diyerek bu şekilde de söylüyorlar zira, geçmiş ve gelecek hatalarının tamamını Allahü Zülcelâl mağfiret kılmış. Yâni senin hiçbir zenbin yoktur diye. Allahü Zülcelâl ilân etmiştir. Senin için zenb yoktur ve mağfiretine tamamen nâil olmuş bir kimsesin onun için tek çaremiz sensin başka da varacak bir yerimiz yoktur ve umutsuz haldeyiz” derler. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ise; “bir başkasına gidin” demiyor da hemen harekete geçiyor. Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) gayyurdur. Hemen harekete geçip Arşın altında secdeye varır ve uzun uzadıya hamdü senâ eder ki hiç bir kimsenin diline de kalbine de verilmemiştir. Öyle harika kelimeler kullanmış ki kalbinden diline geleni söylüyor evvelisini bilmiyor. Hiç kimseden duyulmayan bu hamdü senâlar karşısında Allahü Zülcelâl gazabını durduruyor ve değiştiriyor. Habibi (Sallallahu Aleyhi Vesellem) öyle kelimeler kullanıyor ki Rabbımız karşısında gazabını gidermeye sebeb oluyor. O zaman Cebraili (as) gönderiyor ki başını kaldırsın. “İste verilecektir, şefaatin geçerlidir. Sen yeter ki iste, şefaatin kimlere olacaksa mutlaka geçerlidir” buyuruyor Allahü Zülcelâl.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: انا اول الناس خروجا اذابعث واناخطيبهم اذاوفدوا وانامبشرهم اذاأيسوا لواءالحمديومئذ بيدى وانااكرم ولد آدم على ربى ولافخرى

Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Yer altından ilk olarak kalkacak olan benim” buyuruyor. Kendisinin bir ayrıcalığı olup, O’ndan evvel kimse kabrinden kalkamıyor. “Ve toplanıp da bir dertlerini söyleyeceklerinde hatibleri sadece ben olurum” buyuruyor. O gün için hitabet ve hatiblik Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) verilmiştir. Ondan gayrisi hiç kimse buna cü’ret edemiyor. “Aynı zamanda çok çaresiz ye’se düşülmüş, başvurulacak bir başka yerin olmadığı devrede müjdeleyici olan da benim ve kendilerine müjde veririm zira. Livau’l hamd sancağı benim elimdedir. Lider olarak o sancağın arkasında ve altında bulunanlar rahata kavuşmuş olacaktır. Nebilerde dahil Âdemden (as) bu yana gelenlerin Livaü’l hamd sancağı altında bulunabilmeleri o gün için en önemli meseledir. Ben Âdemden (as) kıyamete kadar olan zürriyeti içinde Allah nezdinde en ekremi benim, bunu öğünmek için iftihar için söylemiyorum” buyuruyor. Ni’metin ilânıdır bu şükrü şarttır. Hadisin ravisi; Tirmizi, Enes İbn-i Malik (ra) den rivâyet etmiştir.


 

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: انا اكثر الانبياء تبعا يوم القيامة وانااول من يقرأ باب الجنة

Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki; kıyamet günü en büyük tebâiyyet banadır ve en çok ümmet bende olup benden fazla ümmeti olan kimse yoktur. Hatta ki fi’l hakika Ademden (as) bu yana tüm nebilerin ümmetleri birleşseler dahi Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ümmeti kadar olamazlar. Çünkü öyle buyuruyor. Nebilere tâbi’ olanlardan çok daha fazlası Rasulullahın tabi’i olanlar ve ümmetidirler. Bir de cennetin kapısının açılması için ilk işareti verecek olan Aleyhisselâtü ve’s selâmdır. Zira, biliyorsunuz ki Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor cennete girecek olan 120 safın 80 safı Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) tabi’ olanlar olacaktır. Demek ki Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) tabi’ olanların çokluğu bundan da anlaşılıyor. Kıyamet günü tek bir kişi tabi’si olarak gelecek olan nebiler de vardır. Onun için Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) tabi’ leri tüm nebilerden fazla olmakla beraber cennetede ilk olarak kendisi ve ümmeti girmedikçe başkalarının girmesi haramdır. Allahü Zülcelâl öyle buyuruyor. Habibimin ümmeti girmedikçe cennetime kimsenin girmesi mümkün değildir. Bu bir lütûfdür.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: انااول شفيع فىالجنة  يصدق نبى من الانبياء ماصدقت وان من الانبياء نبيا ما يصدقه من امته الارجلا واحدا

Hadis meâli: Müslimin, Enesden (ra) rivâyet ettiği hadisde Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: İlk olarak şefaat benden başlar. Neden? Çünkü Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ve ümmeti girmedikçe cennete girme sırası kimseye verilmeyince o zaman cennete girmekliğe şefaat edecek olan evvelâ Aleyhisselâtü ve’s selâmdır. Neden acaba bu şefaat bu şekilde verilmiş? Zirâ, nebilerin etrafındaki çokluk benim etrafımdakilerden çok çok daha azdır. Hattaki; Nebilerin arasında öyle nebiler vardır ki arkasında tasdik eden bir tek kişi bulunur. Onun için çokluk nerde ise Allahü Zülcelâl Ona bir hak ve tercih vermiştir esâsen. O sebeble ilk olarak şefaat yapacak olan Cenab-ı Rasulullahdır (Sallallahu Aleyhi Vesellem). Zira nebilerin riyâset makamındadır. Onun ayarında olan yok ki. Allahü Zülcelâlin kullarına en çok hizmet edenin ayarında kimse olamaz.

خير الناس من ينفع الناس

“Nasın en hayırlısı nasa bir menfaat verendir.” Aleyhisselâtü ve’s selâm etrafındaki ümmeti de Allahın kullarıdır. Ve Allahü Zülcelâlin kâfir olsa dahi kullarına bir merhameti vardır. Zira Aleyhisselatü ve’s selâmın buyurduğuna göre “Allahü Zülcelâlin merhameti en şefûk olan bir anadan 70 kat daha merhametlidir.” Çünkü;

إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ

(Hac / 65)

 “Şüphesiz ki, Allah insanlara raûf ve râhimdir.”  umumiyetle böyledir bu... Allahü Zülcelâl, nasa raûfdur râhimdir. O sebeble kullarını cehenneme eletmeyi de hoş görmüyor ama ne yapacaksın, hayırlısı da, şerlisi de, ehl-i cennette, ehl-i cehennemde olacaktır. Bundan şüphemiz de yoktur. Bunu hepimizde biliyoruz.

İlk olarak şefaat hakkı kendisine tanınmıştır. Kendiside ümmetide güçlüdür. İlk olarak cennete ümmet-i Muhammed sonra İsa (as), sonra Musa (as) ve en sonunda da Âdeme (as) varıncaya kadar şefaat tezi ve cennete girme tarzı böyledir.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: انااول من تنشق الارض عن فاكسى حلة من حلل الجنة ثم اقوم عن يمين العرش ليس احد من الخلائق يقوم ذالك المقام غيرى

Hadis meâli: Tirmizî’nin, Ebu Hureyre (ra) dan rivâyetine göre Aleyhisselâtü ve’s selâm  buyuruyor ki: Yer yarılıpta ilk olarak kalkacak olan benim buyuruyor. Yer açıldığında hayata kalkacak olan ilk kişi Aleyhisselâtü ve’s selâmdır. Başka bir resûl nebi  veya başka bir kimse yoktur ki daha evvel kalkacak olsun. Zira bu hususta; ilk başlangıç Medine olacak ve ilk olarak reisleri olan Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) kalkacak. Sonra Mekke’ye sonra Yemen’e sonra Şam’a yayılacaktır. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) yeryüzünde meydana çıktıktan sonra kendisine bir kisbet giydirilecek; Cennetten bir giyecek getirip Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) giydirirler, öyle buyuruyor giydirildikten sonra Arşın sağ kesiminde Aleyhisselâtü ve’s selâm ayakta durarım buyuruyor. Bilin ki Âdem’den (as) kıyamete gelinceye kadar hiçbir kimseye bu şeref ve makam verilmemiştir. Bu makam benden gayrisine verilmemiştir.

Allahü Zülcelâle binlerce şükürler olsun ki Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ümmeti olarak bizi halketmiştir.

Aziz kardeşlerimiz; Cenabı Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaat sahibi olduğunun isbatı yönünden imkanlarımız nisbetince ortaya koyacağız Allahın izni ve inayetiyle.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله عليه وسلم: انا سيد ولد آدم يوم القيامة واول من ينشق عنه القبر واول شافع واول مشفع

Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki; Âdem (as) den başlayarak zürriyetinin sonuna kıyamete kadar “Ben Âdemoğullarının, evvelden ahire seyyidiyim efendisiyim” buyuruyor. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) kainâtın efendisidir ve onun ayarında hiç bir ferd yoktur. Âdem (as) den gelen zürriyete insanlık âleminde ondan daha üstünü yoktur. “Âdemoğullarından gelenlerin hepisinin seyyidiyim” buyuruyor. Bilhassa kıyamet günü için seyyidlik kendisine verilmiştir. Önemli olanda budur. Zira bu dünya gelir geçer ahiret ise sonsuzdur.  .... Kabir ilk önce Rasulullaha açılacak ve ilk olarak kendisi ayaklanacaktır. ilk olarak şefaat edecek olan ve şefaati kabullenecek olan ilk kişi de yine kendisidir. İlk olarak Rasulullahla (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaat başlayacak ve geçerli olan “müşebba’” şefaati kendisine aittir. Hadisi Müslim ve Ebu Davud rivâyet ettiler.


 

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله عليه وسلم: انا سيدولد آدم يوم القيامة ولا فخراوبيدى لواء الحمد ولافخرا مامن نبى يؤمئذ آدم فمن سواه الاتحت لوائى وانااول شافع واول مشفع ولافخرا

Hadis meâli: İmam-ı Ahmed, Tirmizi ve İbn-i Ma’ce nin Eba Saidi’l Hudri (ra) dan rivâyet ettiği hadiste Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor ki: “Ben Âdemoğlu arasında tek kişi olarak efendileriyim.” Kıyamet günü de seyyidlik sadece kendisine veriliyor “ancak bunda da fahretmiyorum, öğünmüyorum” buyuruyor. Kibirleniyor da değilim. Başkalarından üstünlük te taslamıyorum buyuruyor. Çünkü Aleyhisselâtü ve’s selâm tevazulu bir şahsiyettir.

Edebiyat yönünden: ادبنى ربى فاحسن تأديبى   “Allahü Zülcelâl beni edeblendirmiştir de ne güzel edeblendirmiştir.”. Edebimi Allah vermiştir. Edeb sahibidir. Onun içinde öğünmüyorum buyuruyor. Mahşerde olan livaü’l hamd sancağı ki hepimizin bildiği livaü’l hamd sancağı teşbih olmasın nasıl ki Genel kurmayın sancağı tek ise diğerlerinin bu sancak altında kendilerinin sancakları varsa bunun gibi cenabı Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Livaü’l hamd sancağı tekdir. Tabi diğer nebilerinde  kendi sancakları vardır. Fakat Hepisi de nurlarını Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Livaü’l Hamd sancağından alıyorlar. Ve ayni zamanda Livaü’l hamd sancağı bir acâyibliktir hasseten Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) verilmiştir. Baş tutar odur. İcabında bu dünyada Nebilerin mirasçıları olan bazı âlimlerde kendi cemaatına göre bir sancağı belki bir bayrağı olur. Nasıl ki askeriyede en üst kademeden alt kademedeki birliğe kadar bir sancağı bir bayrağı varsa bu şekildedir. Anlayabilmemiz için böyle anlatabiliyoruz.

Mahşer günü kainat orada olmakla beraber hepsini saymıyorda “ümmet sahibi nebiler dahi livaü’l hamd sancağımın altında haşrolunacaklar” buyuruyor. Yine, ilk şefaat edecek ve ilk şefaati geçerli olacak olanda benim. Müşebba’ şefaatının karşılığı verilmiş olan Allahü Zülcelâlin şefaatini  kabullendiği ve müşebba’ durumuna ilk gelen  benim ve öğünmüyorum” buyuruyor.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: أنا قائد المرسلين ولافخرا واناخاتم النبيين ولا فخرا وانا اول شافع ومشفع ولا فخرا

Hadis meâli: Ed dâramî’nin Cabir (ra) den rivâyet ettiği hadiste Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Resüllerin kaidiyim, baş kumandanıyım. Rasuller kumandam altındadır. Bununla iftiharda etmiyorum. Nebilerinde hatimiyim. Sonuyum. Böbürlenmek iftihar etmek yoktur. Yine tekrar şefaat ilk olarak benden başlar. Yine ilk olarak şefaatine karşılık verilecek olan müşebba’ da benim. Hem Şafiun hem de muşebba’un olduğunu bildiriyor.


 

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: اذا كان يوم القيامة كنت امام النبيين وخطيبهم وصاحب شفاعتهم غير فخرى

Hadis meâli: Tirmizî’nin Ubey İbn-i Ka’b dan (ra) rivâyet ettiği hadisde Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki; Kıyamet günü mahşere kalkıldığında nebilerin tümünün imamı ve hatibiyim ve şefaat sahibi olan benim ve bununla da fahretmiyorum buyuruyor. Ruhumuz fedâ olsun ne kadar tevazu’ gösteriyor.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: انا حبيب الله ولا فخرى واناحامل لواء الحمد يوم القيامة ولافخرى وانااول شافع واول مشفع ولافخرى

اول من يحرق حلقة الجنة فيفتح الله لى فيد خلونيها ومعى فقراء المؤمنين ولا فخرى

Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm şöyle buyuruyor: “Ben habibullahım. Bununla iftihar etmiyorum, kibirlenmiyorum. Ve ayni zamanda Livaü’l hamd sancağı benim elimdedir bununla iftihar etmiyorum. İlk şefaat edecek ve şefaati geçerli olacak olan da benim ve bununla da fahretmiyorum. Cennetin kapısının halakasını ilk olarak tutacak olan ve kapının ilk açılacak olduğu kişi benim. Ve beraberimde ise ümmetimin fukara olan kısımları tamamen benimle beraber olarak ilk olarak girecekler. Mü’minlerin fukaraları da benimle beraber olacaktır. Bununla da iftihar etmiyorum.”

وانااكرم الاولين والاخرين ولافخرى

 “Bilin ki evvelden ahire Âdemden (as) kıyamete kadar gelip geçenlerin Allah nezdinde en ekremiyim, bununla da iftihar etmiyorum.” Hadisi Tirmizî Abdullah İbn-i Abbas (ra) dan rivâyet etmiştir.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: اذاكان يوم القيامة شفعت فقلت ياربى ادخل الجنة من فى قلبه خردلة فيدخلون ثم اقول ادخل الجنة من كان فى قلبه أدنى شيئ

Hadis meâli: Buharinin Enes (ra) den rivâyet ettiği hadiste Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Kıyamet günü olduğunda tabi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ayaktadır ve “Şefaat etmeye başlarım” ne diyor: “Ya rabbi cennetine kalblerinde bir hardal tohumu kadar iman varsa cennetine al bunları cennetlik kıl” buyurdu. Allahü Zülcelâl kabul etti. .. İkinci derecede de “Ya Rabbi benim ümmetlerimden az bir şey miktar dahi iman varsa bunları da cennete koy” diye şefaatçi oldum ve Allah kabullendi” buyuruyor.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: يبعث الناس يوم القيامة فأكون اناوامتى على تل ويكسون ربى خلة خضراء ثم يئذن لى فأقول ماشاءالله الأقول فذالك المقام المقام المـحمود

Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki; kıyamet günü insanlar ba’s olunup mahşer meydanında olmakla beraber “Ena ve ümmeti” ben ve ümmetim, birlikte olarak bir tepenin üzerinde oluruz. Hakikaten misk tepeleri olacak, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ve ümmeti böyle bir yerde olacak. Bana yeşil bir kısbet giydirilir.  Sonradan Allahü Zülcelâl bana izin verir. Artık ne söyleyecekse âdeta bir hatib gibi hamdüsenalar eder. Hatta öyle bir makamdır ki, kimselere verilmediği ve sadece Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) verilmiş yüksek ve nazır bir yerde nasıl ve ne gibi harikalar konuşuyorsa o gün için.  Allahü Zülcelâl izin verip emretmişdir. Giydirilmiş ve istisnâ bir makam verilmiş ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor ki bu makam olsa olsa “Makamü’l Mahmud” diye buyurulan makamdır.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: اتى باب الجنة يوم القيامة فاستفتح فيقول الخازن من انت فأقول محمد فيقول بك امرت ان لاافتح لأحد قبلك

Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Kıyamet günü cennet kapısına varırım ve açılması içinde işâret veririm. Fakat içerden cennet hazini sorar: Kimsin?  “Ben Muhammedim” derim. Duyduğu  zamanda: “Senin için emrolundum ve kapının açılması ancak senin için emrolonmuştur” der.  Zirâ Cenabı Rasulullah’dan (Sallallahu Aleyhi Vesellem) evvel herhangi bir kimse cennete giremez bu kesindir. Hadisi Muslim Enes’den (ra) rivâyet etmiştir.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: لكل نبى دعوة قددعاها لأمته وانى اخطبت دعوتى شفاعة لأمتى

Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Her nebinin kendisinin bir duası vardır. Mutlaka kendisine bir istihkak gibi hak olan dualarını  kullanmışlardır. Nebiler, ümmetleri için Allahü Zülcelâlin kendilerine verdiği açıklık nisbetince kredilerini peşinen kullanmışlardır.

Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Ben ise duamı gizli tuttum kullanmadım kıyamet günü şefaat nev’inden kullanacağım Allahın izni ve inâyetiyle. İşte bu ki Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ümmetine peşinen bir beddua ve nahoşluk bir şey talebinde bulunmamıştır. Hatta dünyalık talebinde de bulunmayıp ancak ve ancak gelecekte mustakbelde şefaatına duasını saklamıştır. Buhari ve Muslim; Enes İbni Malik (ra) den rivâyet ettiler.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: اريت ماتلقى امتى من بعدى وسفكى بعض دماء بعض فأحز ننى وسبق ذالك من الله عزوجل كماسبق فى الامم قبلهم فسألته ان يولينى فيهم شفاعة يوم القيامة ففعل

Hadis meâli: İmam-ı Beyhakî Ümmü Habibete (ra) dan rivâyet ettiği hadisde Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki; Ümmetimin gelecek durumlarını tetkik ederken kontrol ederken nasıl ki Allahü Zülcelâl kıyamet alametlerini kendisine bildirdiği gibi ümmetinin geleceğini mürakabe yaparken çok kimseler kanlar dökülüp, kanlara boyanacağını ve çok katl-ü-kıtaller olacağını görmüştür. Nitekim geçmiş ümmetlerin başlarına geldiği gibi kendi ümmetininde başına gelecekleri görmüştür. Bundan dolayı çok kederlenmiş ve çâre aramıştır. Fakat kader mübremdir ve hiç çaresi olmayan bir karardır. Böyle görünce Allahü Zülcelâle başvurmuştur. “Ya Rabbi kıyamet günü bu gibi kimselerle alakalı olan hükümlerde bana bir şefaat yetkisi verde bunların haklısı  haksızı aralarındaki hukuku ve halleri halletmek için yarın mahşerde bana yetki ver diye dua etmiştir. Allahü Zülcelâlde kabul etmiştir. Hadis için İmam-ı Beyhaki Sahih olarak malümât vermiştir.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: يرضع للأنبياء منابر من نور يجلسون عليها ويبقى منبرى لااجلس عليه (اولااقعدعليه) قائما بين يدى الربى خافة ان يبعث بى الى الجنة وتبقى امتى بعدى فأقول منبرى ياربى امتى امتى فيقول الله عزوجل يا محمد ماتريد ان اصنع بأمتك فأقول ياربى عجل حسابهم فيدعى بهم فيجلسون فمنهم من يدخل الجنة برحمته ومنهم من يدخل الجنة بشفاعتى فمااذان اشفع حتى اعطى سكاكا برجال قدبعث بهم الى النار وحتى ان مالك خازن النار ليقول يا محمد ماتركت لغضب ربك فى امتك من نقمة

Hadis meâli: Tabarani, Kebirinde ve Evsatında, Beyhaki; Ba’s da İbn-i Abbas (ra) dan rivâyet ettikleri hadiste Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Kıyamet günü nebilere minberler getirirler. Her nebi kendine verilen minberine oturur. Benim minberim olmasına rağmen minberime dahi oturmam. Neden oturmuyorum? Neden acaba? Zira ben Rabbımın karşısında el pençe ayakta duruyorum. Ben böyle lakayd değilim. Zirâ neden? Olabilir ki en fazla düşündüğüm şu ki; Rabbım beni cennete gönderirde ümmetim yalnız başına kalır diye. Onun için daima hazır ve uyanık durumda duruyorum. Böylece Kendi nefsini düşünmediği gibi sadece “ümmetim ümmetim!..” demektedir. Allahü Zülcelâl “Ya muhammed sen ümmetine karşı nasıl yapılmasını istiyorsun? Nasıl bir muamele olunsun?” “Ya Rabbi, hesablarının acilen olmasını dilerim.” Bu istediğimi Allahü Zülcelâl kabul eder ve “ümmetim hemence hazır olurlar. Alahü Zülcelâl kendi rahmetiyle bir çoklarını cennete eletir. Bazıları da benim şefaatımla cennete girerler.” Allahü Zülcelâl Rasulullahın şefaatına baktı da bir kısmını kendi rahmetiyle cennetine koydu. Bir miktarı da Rasulullah’ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaatıyla.

Ümmetine karşı şefûk ve atûf olan Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) kendi nefsinden daha çok ümmetini düşündüğünü Allahü Zülcelâl görünce ümmetini acilen hesaba çekmiş bir bölümü Allahın (cc) rahmetiyle affa uğramış bir bölümüne ise Cenabı Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaatı devam etmektedir. Şefaatı peyderpey devam etmekte iken kendisine malümat geliyor ki; cehennemde ümmetimden bazı kimseler vardır. Cehennem hazininden bazı melekler bu hususu bildiriyor. Şöyle söylüyorlar:

Cehennemde çalışan âmir melekler “hazinu’n nar” tabi ki yetkili salahiyetli olan melek diyor ki: “Ya Muhammed ümmetinden intikamı ve cehenneme girmeyi yaptıkları nahoşluklarla hak edenler var iken onlardan intikam alıp azab etmeye birazcıkta olsa açıklık bırakmadın” diyor. Düşünün kardeşlerim, diğer nebiler minberlerinde otururken Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) da oturabilirdi. Eğer nefsini düşünse idi.

Hep “ümmetim, ümmetim!..” buyurdu. Bu kadarda ümmetine karşı fedakâr olan Rasulullahımıza (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ümmeti olarak nasıl bir tavır ve davranış içinde olmamız lazımdır. Şu bedbaht olan insanlar ki ne şefaat, ne istiğase tanırlar ve kabrime ziyâreti dahi gayri meşru ilân ederler. Düşünün bir kerre bu kadar nankörlük ve namerdlik olur mu? Rasulullah ki (Sallallahu Aleyhi Vesellem) herkesten farkı ve ümmetine düşkünlüğü ortada iken. Bize bu şerefi Allahü Zülcelâl vermişken müşerref olmuşken O’nu inkara kalkışmak yetki ve salahiyetini yok farzetmek nasıl oluyor? Bundan bu ni’meti azimeden haz duymamız lazım. Çünkü bunlar bizim içindir. Allahü Zülcelâl bizleri bu gibi bedbahtların şerlerinden ciddi olarak muhafaza etsin. Âmin.

Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) binlerce ruhumuz olsa yine de fedâ olsun. Allahü Zülcelâl Onun zümresinden ayırmasın. Rabbımız O’nun hoşnut olduğu ümmetlerinden eylesin. Âmin.

وباالمومنين رؤف الرحيم    Bu sıfatlarla bize karşı rauf ve rahim olan Rasulumüze bu sıfatlarla karşılık verelim. Allahü Zülcelâlin izni ve inâyetiyle. Hadisin mesnedi Tabaraninin, Kebir ve evsatı, ile Beyhakî olup Abdullah İbn-i Abbas (ra) dandır.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: اشفع لأمتى حتى ينادينى ربى تبارك وتعالى فيقول قدرضيت يا محمد فأقول اى ربى رضيت

Hadis meâli: Bezzar ve Tabarani’nin İmam-ı Ali (ra) den rivâyet ettikleri hadiste Aleyhisselâtü ve’s selâm: Rabbısı kendisine şefaat yetkisinde düstür verdikten sonra öyle bir şefaat öyle bir cehd-ü-cühûd yapılıyor ki: Hatta, Allahü Zülcelâl nidâ etmeye başlar. Ne diyor  “Ya Muhammed şefaatın bu kadar çok olmasından bu minvâl üzere razı mısın?” diye Rabbü’l izze gayretkeşliğini müşahede edip böyle buyuruyor. Bunun karşısında. “Bundan razı oldum ya Rabbi” buyuruyor. Hadis hasendir.

Hadis-i Şerif:

قال  رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: شفاعتى لأهل الكبائر من امتى

Hadis meâli: Ebu Davud, Bezzar ve Tabarani; Enes (ra) den İbn-i Hibban sahihinde ve Beyhakî ise Enes (ra) ve Cabir (ra) den rivâyet ettikleri hadiste Cenab-ı Rasulullah buyurur ki: “Benim şefaatim tahsisli olup ümmetimden büyük günah işleyenleredir.” Ufak tefek günahı olanlara ihtiyaç bile duymuyor. Kebairi işleyenlere ümmetinden olmak şartiyle tahsis etmiştir. Hadis tevâtüren sabittir.


 

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: خيرت بين الشفاعة اويدخل نصف امتى الجنة فأخترت الشفاعة لأنها اعم وأكفى اما انها ليست للمؤمنين المتقين ولكنها للمذنبين الخاطئين المتلوثين

Hadis meâli: İmam-ı Ahmed ve Tebarani Enes’den (ra) sağlam senedle ve İbn-i Ma’ce nin ise Eba Musa El Eşari (ra) den rivâyet ettiği hadiste Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Allahü Zülcelâl beni ümmetimin yarısının doğrudan doğruya cennete girmesi veya şefaat hususunda muhayyer kıldı. Ben ise şefaati tercih ettim. Zira daha umumidir ve kâfi derecede bir rolü vardır. Sadece ümmetimin yarısının hemen cennete girmesini yetersiz gördüm ve şefaati tercih etim. Bilin ki tercih ettiğim bu şefaatimden sadece Muttaki olan Mü’minlere bağlı değildir, sadece onlara tahsisli değildir. Daha çok müznibin, hati’in ve mülevvisinleredir. Hem hataları var zünûbleri vardır ve her mülevvesata bulaşmış kişileri kapsamaktadır. Büyük hataların en mülevves olanları ne ise şefaatım onlara bağlıdır. Bunun için şefaati tercih ettim buyuruyor. Bu hadis üç yoldan sağlıklı sıhhatli olarak rivâyet edilmiştir.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: إنى لأرجوان اشفع يوم القيامة عددماعلى الارض من شجرة ومدرت

Hadis meâli: İmam-ı Ahmedden rivâyet edilen hadisde Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor ki: Kıyamet günü şefaatım o kadar yaygın olacak ki yer yüzündeki ağaçların ve medarların (üzerinde yaşanan yer) adedi kadar olacağını umarım buyuruyor.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: اذاارادالله ان يقضى بين خلقه نادى منادى اين محمد وامته فأقوم تتبعنى امتى غرا محجلين من اثر الطهور فنحن الاخرون والاولون واول من يحاسب فتفرج لناالامم عن طريقنا وتقول الامم كادت هذه الامة ان تكون انبياء كلها

Hadis meâli: Ebu Davud et Teyalisî nin İbn-i Abbas (ra) dan rivâyet ettiği hadiste Aleyhisselâtü ve’s selâm şöyle buyuruyor: Allahü Zülcelâl dilediği zamanda artık hesaba çekilip hüküm ve karar verilecektir. Mahlukât arasında kararlar alınıp hükümler yürütülecektir. Fakat bunlar olmadan önce başta ilk olarak kimseye başvurmadan, hesaplaşma olmadan; Muhammed (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ve ümmetini ister, Allahü Zülcelâl. Ben, hemen ayaklanırım ve ümmetimde etrafımda olmak üzere elbirliğiyle yürümeye başlarız. Abdest azalarının bir nurluluğu ve beyazlığı olup diğer ümmetler arasında abdest eserinden dolayı ümmet-i Muhammed farkedilir ve bu minvâl üzere tertemizdir. Muhaccilin demek teşbih olmasın atlar arasında bazılarının ayakları beyazdır veya alnında bir beyazlık bir nişan olur da onunla diğerlerinden seçilirler. İşte böylesine bizde diğer ümmetlerden abdest eseriyle seçilebilmekteyiz. Böyle seçilecek derecede bir ümmet olduğumuzu Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor. Ayni zamanda yeryüzüne gelişimizde en son ümmet olmamıza rağmen ahirette  hesab ve benzerinde en başta biz oluruz. Herşey bizim ile başlar. Muhasebe de bizimle başlar ve kurtuluşa hemen namzet durumumuz vardır. Çünkü millet yolumuzu açıyorlar. Engel olmuyorlar. Çileli bir halimiz de olmayacak. Çünkü bu öyle bir ümmet ki mahşerde olan nebiler ve diğer ümmetler Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ve ümmeti için şöyle söylüyorlar. “Bu ümmet öyle bir ümmet ki hepisi de nebilere uygundurlar...” Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ve ümmetine yol açarlarken acâyib özellik ve güzelliklerini seyredip “Bu öyle bir ümmet ki hemen hemen her  birisi ve hepisi birer nebi olacak kadar değerlidirler” diye söylüyorlar.

Hülasa kardeşlerimiz; şefaata taalluk eden hadisleri ibn-i Kesir meydana getirmiştir ve 70 küsûr sahifedir. Hepisini değilde bir kısmını öz olarak muhtasarca anlatmaya çalışacağız.

İbn-i Kesir şöyle başlıyor:

ذكرالاحاديث الواردة فى شفاعة رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم يوم القيامة النوع الاول منها شفاعته الاولى وهى العظمى

Aleyhisselâtü ve’s selâmın buyurduğu bu husustaki hadisleri kısaca olarak serdedeceğimizi bildiriyor. Birinci olarak şefaat hakkında olup Âdem (as) den kıyamete kadar gelecek olanların şefaatına ihtiyaçları vardır. Şefaat-ı uzma olan bu şefaatına denk başkasının şefaatı asla olamaz. Diğer şefaat ehli olan nebiler, Sıddıkînler, şehidler, evliyalar vs. muhtelif şefaatlar vardır. Fakat şefaatın en birincisi olan “Şefaat-ı uzma” Âdem (as) den kıyamete kadar gelecek olanlar bu şefaatın hükmü altında ve ona muhtaçdırlar. Diğer şefaatlara gelince. İkinci, üçüncü, dördüncü şefaatlar için şöyle buyuruluyor:

فى اقوام تساوت حسناتهم وسيئاتهم فيشفع فيهم يدخلون الجنة

Şefaatın diğerlerinde ise; Bazı kimselerde hasenat ve seyyiat eşit gelmiştir ve çaresi yine Cenabı Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaatı ile kurtulabilirler. Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaatıyla bu eşitliği cennet lehine bozar da cehenneme girmez.

وفى اقوام قدامر بهم الى النار

Başka bir kavmin cehenneme girmelerine emredilmiştir. Buna rağmen bunlara da yetişip şefaat yoluyla bunları da kurtarır.

الشفاعة شفاعته صلىالله تعالى عليه وسلم فى رفع درجات من يدخل الجنة فيها فوق ماكان يقتضيه ثواب اعمالهم

Başkaca şefaat nev’inden; cennete girmişler, fakat daha yüksek makamlara ve mevkilere âmelleri yoluyla çıkamıyorlar. O yüksek makamlara ancak ve ancak Aleyhisselâtü ve’s selâm yetişince şefaatıyla çıkabiliyorlar.

Bu yüce mertebelere esâsen işlemiş oldukları amellerin sevabı nisbetiyle çıkmış değiller. Amellerinin karşılığından çok daha yüksek fevkinde makamlara Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaatıyla çıkabiliyorlar.

الشفاعة وهى فى اقوام ليدخلون الجنة بغير حساب

Başka şefaat nev’i; öyle kimseler vardır ki, onların hiç bir hesaba kitaba uğramadan cennete girmelerine yine Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaatı sebeb oluyor.

وهوشفاعته فى عمه ابى طالب ان يخفف عذابا

Başka bir şefaat nev’idir ki; amucası Ebu Talib ile alakalıdır. Soruyorlar “Ya Rasulullah amucan imana girip cennetlik mi oldu? Cevabı: Hayır. İmanı olmayana kafire cennet haramdır. Onun için amucası olsa dahi esâsen Aleyhisselâtü ve’s selâm i’tiraf ediyor ki cehennemdedir. Fakat şefaatım olmasaydı cehennemin gamaratına (en derin yerine) düşerdi. Şefaat sebebiyle cehennemin en ehven azabı olarak ayaklarına bir takunya giydirecekler ancak dimağı kaynayacak. Kafirler arasında en ehven azab ise budur.

الشفاعة شفاعة صلىالله تعالى عليه وسلم لجميع المؤمنين قاطبة فى ان يؤذن لهم فى دخول الجنة

Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki; Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ümmeti ve imanı olan kimseler az veya çokluğuna bakmadan Allahü Zülcelâlin izni ve inâyetiyle oldukça cennete girmelerine şefaatçı olacağım buyuruyor.

Zira öyle buyuruyor: Mü’minlerin cem’ine olmak üzere cennete girmelerine şefaatım olacaktır.

شفاعة صلىالله تعالى عليه وسلم فى اهل الكبائر من امته فمن دخل النار فيخر جون  منها

Başka bir şefaat nev’inde şöyle buyuruyor: “Ümmetimden kebair işleyenlere ümmetim olmak şartıyla şefaat ederim” buyuruyor. Cehemneme girmelerine rağmen Aleyhisselâtü ve’s selâm bunları da çıkarıyor.

Zira şöyle buyuruyor; Cehennemden çıkarlar buyuruyor. Fakat anası babası için soracak olursanız, Muhtelif zatlar bu hususun üzerinde kesinlikle durmuşlar. Celaleddini Suyutî, Şehabeddinî Haffacî ve benzeri zevât. Nevadurü’l üsûl, Mecmuati’z Zevâid ve benzeri hadisler vardır. Cenab-ı Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaat yönünden sorarlarken kendi ebeveyninin durumunu da soruyorlar. “Ebeveynim Allaha şükürler olsun ale’l imandır. Anam ve Babam ehl-i imândır, buyurup birde süt annesi Halime ve süt kardeşinide eklemiştir. Onları da Rabbımdan tâleb ettimde bağışlamıştır buyuruyor. Babası, anası, süt annesi Halime ve birlikte Halime’den süt emdikleri süt kardeşini de saymıştır. Serahatla bu husus hadislerde mevcûddur. Ama bazı bedbahtlar başka şekilde de söylerler. Ama amucası fi’l hakika (gerçekten) ale’l küfredir. Çünkü “Eba” diyor. “Ne kadar da Lâ ilâhe illallah Muhammeden Rasulullah’ı teklif ettiysem de “ebâ”  dedi, buyuruyor. Hakikat budur.

Hele bilhassa Şehabeddini El Haffacî mübârek çok araştırmalar yapmıştır. İknâ etmek için dayanağı şudur ki; Aleyhisselâtü ve’s selâmın eseri üzerinde olan kimse asla cehenneme girmez veya onu cehennem yakmaz diyor. İsterse ifrazatı olsa dahi. Nitekim Ümmü Emân ifrazatını içtiği zamanda katiyyen hiç bir zaman karnı ağrımamıştır, şifâ olmuştur. Kaldı ki Cenab-ı Rasulullahın babası ve anası esâsen fetret devresindedirler daha henüz nübüvvet gelmişde değildir. Onlar fetret ehlidir tamâmen. Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) nutfesinin geldiği babası ve rahminde durub büyüdüğü anası nasıl olurda kainatın efendisi olan Aleyhisselâtü ve’s selâmın ebeveyni olacak da iman dışında kalacak ha. Hiçbir insaf sahibi mü’min ve müslüman bunu hoş görmez. Telaffuz dahi edemez. İsbatları hadislerde vardır. İnkara kalkışmasınlarda araştırsınlar. Aleyhisselâtü ve’s selâma sormuşlarda ebeveyni için böyle buyurmuştur elhamdülillah. Amucası için ise şia,  “ehl-i iman” derse de, öyle değildir.

Nitekim Hz. Ebu Bekir Sıddık (ra) bazen derdi ki; “Babam Ebu Kuhafe ehl-i iman olmayıp da amucanın olmasını tercih ederdim.” Çünkü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) biliyor ki; kader Kaderullahdır.

Allahü Zülcelâl cümlemizi Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaatından mahrum etmesin ve inkarcılardan kılmasın. Âmin.

 

Kardeşlerim;

Bir hususu da bildirelim ki; Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebirinde Tevbe süresi 28. Âyetini tefsir ederken ve “müşrikler ancak bir pisliktir” kısmını açıklarken kâinatın efendisi olan Aleyhisselâtü ve’s selâmın sülbünden geldiği zatların asla müşrik olamayacağını bildirmiştir. Müşrik necistir. Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) o yakışır mı böyle bir ana böyle bir baba. Sulben Hz. Âdem (as) den kendi anasına babasına gelinceye kadar mütemadiyyen asil ve tahir kimseler yoluyla gelmiştir. Yeryüzünde hiç bir zaman olmamıştır ki tevhid ehli olmasın. Ancak İbrahim (as) devresinde iki kişi kalmış sağlam olarak kendisi ve zevcesi... ”İbrahimin (as) babası şöyledir, böyledir” dedikleri de yanlıştır. Amucası müşriktir, babası değil. İbrahim Halulullahın (as) geldiği bir babanın müşrik denmesi de yanlıştır. Nasıl ki Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ebeveynine yaptıkları gibidir. Çok kimselerde kürsülerde anlatıyorlar. “Amucasını bile haklayamadı da ale’l küfre gitti” diye... Baksınlar ve okusunlar; İbn-i Kesir’in “Kitabü’l bidâye ve’l Nihaye” kitabı ki tarih kitabıdır. Âdem (as) den  başlamış kendisinin bulunduğu H. 700 küsür senesine kadar getirmiştir. İbrahim (as) ateşe atılırken anası da babasıda mevcûd idi. Babası bakıyor ki; İbrahim (as) ateşin ortasında bir yeşillik ve huzur içerisinde ve etrafında ise alevler ki yakınına bile varılamaz. Kendisi ise ortada güllük gülistanlık. “Ya İbrahim, senin Rabbın ni’mel Rabb!” diyor. Anası ise “Oğlum seni özledim bulunduğun durumu arzuluyorum. Ne olursun rabbına taleb ette bende geleyim.” deyince Allahü Zülcelâl anasını da yanına almış. Hasret gidermişler ateşin ortasında...

Araştırsınlar biraz. Birinci cildinde İbn-i Kesirin tarihde. İbrahim (as) babası değil amucası, Rasulullahın babası değil amucası müşrik olan. Ebu Talib ale’l küfürdür. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Tevhidi telkin ettikçe Eba Cehil ve diğerleri yüzünden daima “Ebâ” deyip  direniyordu. Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bir çok hadisleri vardır ki: O kelime ki; amucama arzettim ama red cevabı verdi. “Ebâ” kelimesi reddir. Onun için Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ana ve babası en eşreftir.

Yer yüzünde evtadlar her an mevcuddur. Onların sayesine yaşayabiliyoruz. Yoksa azab-ı ilahi altüst edecek. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor ki: “Lâ ilâhe illallah diyecek her an için yeryüzünde Âdem (as) den beri mevcûddur.” Celaleddin Suyutî diyor ki: İbrahim (as) ve hanımıyla birlikte olan 7’ler her zaman mevcûddur. Asla eksilemezler. Evtadû’l arz daima mevcûddu. Ancak Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) dan sonra nebiler olmayınca onların yerine tebdilen “Ebdâllar” oldu. Onlara bedel gelen ebdallardır. Ebdallar 7 kişilerdir. “Onların sayesinde yağmurunuzu ve bu gibi hayrat ve berakatlarınızı elde edebilmektesiniz” buyurmuştur. “Onlar sayesinde rahata kavuşuyorsunuz. Gelecek olan beliyye ve afatları da onların ümmeti Muhammed için yaptıkları hoş ve koruyucu duaları sayesinde savabilirsiniz.” Onların hayır duaları yağmur ve bereketlere sebebdir. Afatları durdurabilir. Ancak gelmişiz ahirü’z zamana onlar ne yapsın ki fitne her yerden kaynıyor.

Aleyhisselâtü ve’s selâm bizatihi buyuruyor. Bazen Kâbenin etrafında halk toplanırda putlarına kestikleri kurbanları yedirirlerdi. Cenabı Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) önüne de getirmişler. O anda amucası oğlu Amr oradan geçmekte idi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Amr’a “Ya amuca oğlu gel sende ye” buyurduğunda: “Ya amuca oğlu ben bu gibi murdar kimselerin kestiklerinden yemem” diyor. Ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) da ondan sonra “bende hiç yemedim” buyuruyor. Her zaman yeryüzünde ehl-i tevhid vardır. Ancak kıyametin kopacağı anda olmaz ve artık yeryüzü alt üst olur.

Halid İbn-i Sanem, Kas’ İbn-i Saide ve Varaka gibi Ehl-i fetret olan pek çok kimseler vardır. Hz. Sıddıkın (ra) rüyasını tabir eden, O değil mi? Mesela Selmani Farisi (ra) yi gönderen kimse “Artık ahirü’z zamandır ve ahir zaman nebisi gelmesi gerekiyor. Sen artık başkasını değilde onu ara. Doğrudan doğruya ceziretü’l Araba git belki de şu anda da mevcûddur ve hayata gelmişde olabilir” diyor. Parasını ödeyip kervanla gitmesine rağmen varır varmaz “kölemizdir” diye Medine Yahudilerine satmışlardır. Onu gönderen zat, “hurmalık bir yerdedir” diye tâbir etmiş ve “Ben onun gününde olsaydım abdest suyunu dökerdim” diyor. Bunlar öyle şahsiyetlerdir ki bu ehl-i fetret. Ayette açıkca “Şüphesiz ki müşrikler necistir” buyururken Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) böyle bir anadan babadan gelir mi? Ne insafsız insanlar bunlar. Müşrik sülbünden Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) gelir mi? Hâşâ. Allahü Zülcelâl bize bu ni’meti azimeyi vermiş, bunu hiç secdeden kalkmasakta ödeyemeyiz. Biz seçmedik Rabbımız lûtfen ve merhameten denkleştirmiş ve nasib etmiştir. Buna rağmen anası babası şöyle imiş böyle imiş gibi saçma sapan şeyler. Her şey bitmiş de o kalmış sanki. Allahü Zülcelâl şuûr versin. Âmin. Bu hususda hadisler vardır. Ahmak adamlar araştırsınlar da konuşsunlar. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem)ın ana ve babası ehl-i imandır ve “Radyallahu anhum”durlar.

Netice olarak; Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) sülbünde taşımış olan babası ve onların babaları Âdem (as) e kadar asla müşrik ve kâfir olmayıp devrelerindeki nebilere tabi’dirler. En azından ehl-i fetrettir. Şirk ve küfür asla yoktur. Tevhid akideleri vardır. Hiç bir nebi bulamazsa; Kas İbn-i Saide “Bu mukavvinatı düşünen için ikilik mümkün müdür?” diyor Vahdaniyyet birliği tek elden geçiyor.

Onun için hele bilhassa Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) mütemadiyyen asalet ve tahirat sülbünden ve rahminden gelmiştir. Cebrail (as); “Ya Muhammed, şarkı ve garbı araştırdım da senin  geldiğin sülbünün üstünde hiçbir neseb görmedim” diyor. Böyle malümat veriyor. Her devrenin en eşrefi kim ise o sülbden geliyor. Adem (as) devresinde Hâbil oldu, Kâbil oldu. En eşrefi kim ise o  yoldan gelmiştir. Aktarma ederken de en eşrefi, en düzgünü ve Allahü Zülcelâlin kelime-i tevhidini vahdaniyetini söyleyen kişilerin sülbünden ve rahminden gelmiştir. Allah razı olsun Fahreddin Razi ne güzel açıklamıştır. En güzellerini takib ede ede gelmiştir. Nitekim Hz. İsmail (as) dedesidir işte. Çünkü; Allahü Zülcelâl Rasulullahın nesebini muhafaza etmiştir. En fazla sevdiği ikram ve ihsan ettiği Habibidir Aleyhisselâtü ve’s selâm. Rabbımız teâlâ böylesi sevgilisine yakıştırır mı müşrik bir nesebi hâşâ. Her zaman en nefis en temiz ve şah olan daldan gelmiştir. Bizim inancımız budur ve huzuruna da kara yüzle çıkarmasın Allahü Zülcelâl. Âmin.

Bugün şurda burda bilgisizce ve ahmakça anasına babasına ağzına geleni söyleyenlerde azıcık inanç varsa bunca şefaatın sahibi Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) huzuruna nasıl çıkacaklar acaba? Hem Ümmet-i Muhammedim diyecekler hemde kara yüzlü olacaklar.

Bakınız ne buyuruyor Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem): “İki üç kişi oturup konuştularda bir kerre salavat getirmediler ise vallahi cennete girseler dahi kendilerine büyük bir keder ve üzüntü verir. Yapmadıklarından dolayı mahcüb olup ye’se düşerler” buyuruyor. Salavatın kıymet değerini görünce kayıplarını anlarlar keder ederler. Çok salavat getirmeyin şirk olur diyenler, mesnedsizler, isnadsızlar bunları nereden söylüyorlar bilemiyoruz ki. Vela havle ve la kuvvete illa billahi... Demek ki cenneti istemiyorlar veya inanmıyorlar. Ne diyelim ki.

Ne çâre ki; 73 fırkanın bir tanesi Fırka-i Nâciyedir. “Ben ve ashabımın bulunduğu minvâl üzere olan Fırka-i Nâciyedir” buyurmuştur. Diğerleri dalal üzere olan sapık fırkalardır. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem)  yere düzgün bir çizgi çiziyor, sağına ve soluna  da çiziyor. Ortadaki düzgün olanı işâretle: “İnni hâzâ sıratî müstekimen fettebi’ uhu” “İşte dosdoğru olan yol budur tabi’ olun” buyurmuştur. Ayeti celileyle En’am Süresinde 153 ayet “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allahın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti” Sırat-ı Müstakim olan Fırka-i Nâciye’nin ehl-i sünnet ve’l cemaat yoludur. Herkes aklından, mantıkından ve kafasından yollar icad ederse o yolların başında ve sonunda şeytan vardır. Allahü Zülcelâlin ve Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) yolundan sapan nefsiyle ve şeytanla başbaşadır.

Ruhumuz fedâ olsun Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Bakınız binlerce hadislerini sanki bağlamışlar ve bir yere asmışlarda yok farzedip ahkam kesiyorlar. Hadislerin yakınına bile uğramıyorlar da kelam tasrifi yapıp bir dolu lügat parçalıyorlar...

Kur’an-ı azimü’ş şan özdür ve tafsilât vermez ki. Onu anlatan yaşayan ve yaşatan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) dır. Kur’an-ı Kerim mücmeldir. Tafsilatı hadisdir. Teferruatında da Allahü Zülcelâl ister kendisi ister Cebrail (as) vasıtasıyla ma’lumât veriyor. Diğer eserlerimizde bu hususlar uzunca anlatılmıştır. Kur’anda namaz farzdır. Ama teferruatı nasıl kılınacak neler okunacak hepsi sünnet yoluyladır. Tüm incelikler ve teferruat sünnet-i Rasulullahdadır (Sallallahu Aleyhi Vesellem). Onun içinde her zaman buyurduğu “Sizlere bıraktığım Rabbımın Kelamı ve sünnetimdir”

O sebeble hadisleri saf dışı edib sünnetini tanımayan bu bedbahtlar nere gidecekler bilmem ki.

Hayret ederim ki: Âdemden (as) beri 313 resül 124.000 nebi ve nice halk gelip geçmiştir. Böylece 69. ümmet geçmiş ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) 70. ümmet tir. Bazen bir nebi gelmiş arkasında ona inanan bir kişi olabilmiş. Yarın mahşer günü ise; cennet ehli 120 saflıktır ve bunun 80 safı sadece ümmeti Muhammed olup kalan 40 safta 69 ümmettir.

İşte böylesine bir nimet-i azime olan Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) kıymet ve değerini bilmeyip; sünnetini tanımayan, şefaatını tasdik etmeyen iltica ve istigaseyi reddeden hatta “Ya Rasulullah” desen şirktir diyen ve kabrini ziyareti meşru’ görmeyen bu bedbaht ve ahmaklara bakıp da binlerce şükürler ederiz ki biz böyle bir Habibine (Sallallahu Aleyhi Vesellem) sahib oluşumuzun inancı ve bilinci içindeyiz.

Rabbımız; bizleri ıslah eylesin, şuur versin, mu’în olsun, tevfikatıyla refik eylesin ale’l hak ne ise nasib ve müyesser eylesin ve hüsn-ü hatime versin. Âmin.


 

 

اللهم انا نسئلك بجلال الهوية { و جمال الحضرة القدسية { والانوار المحمدية { والاسرار الاحمدية { والخلافة القطبانية { والمظاهر الصدقية { والشموس العرفانية { والاقمار الاء يمانية { والنجوم العلمية { والاكوان العملية { بمابطن فى الأزل { وبماظهر فى الأبد من نبين ورسول وعالم وعامل وولى ووارث وجامع { ان تجمع لنا خصائص القرب ونفحات الحب { ورقائق العلم { ودقائق الفهم { ولطائف العرفان { وحضرات الاحسان { ومشاهدة الشهود { والتصريف فى الوجود بالسرالذى خضع له كل شيئ { وبالاسم الذى لايضرمعه شيئ { وبالذكر الذى طرد كل شيطان مارد { وقمع كل باغ حاسد  {وقهر كل ظالم { واعز كل متواضع عالم { وجذب كل محب صادق { واصطفى كل خليل مصادق { الله الله تباركت ربنا وتعاليت عمايقول الظالمون { والجاحدون علواً كبيراً { ياحنان يا منان { ياعظيم السلطان { ياقديم الاحسان { يادائم النعم { ياكثير الخير{ ياباسط الرزق { ياواسع العطاء { يادافع البلاء { ياغافر الخطاء { ياحاضر الليس بغائب  ياموجود عند الشدائد { ياخفى اللطف { يا لطيف الصنع { ياجميل الستر  ياعظيم الذكر { ياحليم لايعجل {

ياالله بك تحصنا وبعبدك ورسولك سيدنا ومولانا محمد صلىالله تعالى عليه وسلم استجرنااللهم انا نسئلك يارحمن يارحيم بأسمائك العظام وملائكتك الكرام ورسلك عليهم افضل الصلاة واتم السلام انت المحنا بلمحت اهل بدر ولمحاتِهم وتنفحنا بنفحاتِهم بحقهم عليك يا رب سبحان ربك رب العزة عما يصفون وسلام على المرسلين والحمدلله رب العالمين   تمت بعون الله الملك العلام