Aziz kardeşlerimiz;

Vehhabilik mezhebi ile ilgili malumât verdik. Biliyorsunuz ki Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) 73 fırkadan birisi Fırka-i Nâciye buyurunca biz Fırka-i Nâciye dışına çıkamıyoruz. Dışında bir hükümde veremiyoruz ve sadece ona uyarız. Vehhabilik mezhebi ki; bir kimse ölmüş ise O’na asla değer vermemektedir. Hayret ederiz ki, vefât edenlere saygı duyup ziyâretine gitmek, istiğase etmeye bir peygamber dahi olsa öldükten sonra asla kıymet ve değer vermiyorlar. Sorarsan cevabları hazır olup “ölmüş” diyorlar. Ölmüş ama bu dünyadaki çalışmasının nisbetine göre kendisine öbür âlemde bir kıymet ve değeri vardır. Yoksa, hayvanlar gibi öldükten sonra her şey bitiyor mu? Hayatında iken çalışmış yarar, zarar yapmıştır. Allahü Zülcelâl insanoğlunu sorumlu kılmıştır. Dünyada ve ahirette sorumlu olacağını, kabrinde sual ve cevaplar olacağını kabirinde ise:

روضة من رياض الجنة اوحفرة من حفر النيران

“Ya cennet bahçesi veya ateş çukuru olacağını” bildirmiştir. Hal böyle iken peygamberimize (Sallallahu Aleyhi Vesellem) lakaydlık içinde kendisine hiç bir işlem yapılmasına, saygı duyulmasına ve iltica edilmesine ihtiyaç görmüyorlar. Eğer mezhebleri ehl-i sünnet ve’l cemaat olsa idi kesinlikle bunun sorumluluğunun altından kalkamazlardı. Zira geleni gideni görüyor ve biliyor. Fırka-ı Nâciye kitabımızda ruh ve kabir hakkında mâlümât vermişiz. Şimdilik gereken ve kısaca söyleyeceğimiz şu ki; Vehhabi mezhebi eğer tenasüh (reankarnasyon) ehli kısmından ise o zaman bu dünyada ne isterse yapar öldükten sonra ise başka bir bedene başka bir kimseye giderler. Ruh başka bir kimseye gidiyor ve sahib oluyor. Onun için kabir hayatı diye bir şey yoktur deyip kâbirde de bir şeyler beklemiyorlar. Ruh çıkar başkasına geçer böylece devam eder mahşer hayatı vs. tanımıyorlar. Hatta iyi bir ruh ise meleklere, kötü bir ruh ise hayvanların bedenlerine girebilir diyorlar ve inançlarının temelinde bu vardır. Tenasüh ehli böyledir. Böyle olunca da “ölenlerin hiçbir kıymeti yoktur ölmüş gitmiş işleri de bitmiştir” derler. Eğer kabir ve mahşeri kabul ediyoruz diyorlar da böyle davranıyorlarsa mu’tezile fırkasından olmalıdırlar. Mu’tezile fırkası inancı ise; “Cennete girecek olan ruhtur beden değildir” derler. Onların inancına göre önemli olan ruh olunca ruh istediği yerde gezer. “Kabrin bir önemi de yoktur” derler. Kıyamet günü cennete sadece ruh girecek olunca kabir, beden vs. gibi şeylere bağlılığı yoktur deyip bunlara önem vermiyorlar. İşte böyle inanıncada Vehhabiler Mu’tezile fırkasından olurlar. Ehl-i Sünnet ve’l cemaatın dışında kalırlar. Zira Mu’tezile fırkası “cennete girecek olan sadece ruhtur ve gıdasını somurarak alır ve vücûd gibi yeme içme özelliği olmayıp mücerred ve çıplaktır” derler.

 

Kardeşlerimiz, biz bunları ortaya getiriyoruz ki, iyice bir inceleyin diye. Esâsen bu Vehhabiler hangi mezhebe tam olarak bağlı bilemiyoruz. Pek çok sapık mezhebden bir şeyler almışlar. Ölenlere değer vermeyişleri iki sebebten olabilir. Ya tenasüh ehlidirler  öldükten sonra kıymet ve değeri bitmiştir kalıb kalıyor kabrinde ve ruhun ise kimlere gittiği belli değildir. Ya da Mu’tezile ise zaten onlar kabir hayatına vs. önem vermedikleri gibi cennete girişin ceseden değilde sadece ruh ile olduğuna inanırlar. Ruh ise zaten bir yere bağlanıp zabdedilemez. Allahü Zülcelâlin yaratmış olduğu ruhun aslı “Âlemü’l  Emr” dendir. “Alemü’l Halk” tan değildir. Alemü’l Emr ise Arş’ın daha ötesindeki bir âlemdir. Âlemü’l Halk, Arş’dan bu tarafa daha aşağısını kapsayan âlemdir. Kursî, cennetin tabanı Arş ise cennetin tavanıdır. Arş, cennet, kursî, 7. ci gök, 6. cı gök vs. yeryüzüne kadar. Cenabı Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyurduğu; Yer ve gök birlikte, Kursî’nin azameti karşısında çöle atılmış bir yüzük halkası gibi cesâmeti vardır.

وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ

 (Bakara / 255)

“Onun Kursisi gökleri ve yeri içine alır” buyurduğu kursî, yeri ve gökleri tamamen kapsamış vus’at etmiştir. Kursî’nin azameti karşısında basit ve cürüm teşkil edebilirler.  Kursî böylesine azimdir. Buna rağmen, yer, gökler ve Kursî birlikte olmak üzere Arş’ın azameti karşısında yine ayni çöle atılan bir halka cürmü hükmünde kalıyorlar ki Arş bu kadar muazzam bir vus’ata sahibdir. “Arşü’l azim” buyuruyor. Arş’ın berisinde halkedilen mahlûkat vardır. Arş’ın ötesi ise Âlemü’l Emr dir. Âlemü’l Halk’ın sonu arştır. Arşdan bu yana cehennemin esfeline kadar olan bölüm Âlemü’l Halk’tır.

Hülasa kardeşlerimiz; Arş’ın ötesi Âlemü’l Emr dir. Hattaki Âlemü’l Emr’den gelecek olan Ruhu’l Akdes (as) İsrafile gereken emirleri verir, İsrafil (as) ise mâiyetinde olan Cebraile (as), Mikaile (as), Ezraile (as) görevli oldukları hususlardaki emirleri tebliğ eder.

Âlemü’l Emr bilinemez. Âlemü’l Emr karşısında Arş ve muhteviyatı bir damlacık bile değildir. Onun için, Allahü Zülcelâl azamet, kudret ve hükümlerini bir nutfeden var olmuş bir beşerin tasavvur etmesi mümkün değildir. Onun için cehennemden cennete kadar tamamen halktır. Ruh ise Âlemü’l Emr den halk olmuştur ve lahutîdir. (Uluhiyyet âlemine ait), Nasutî (mahlukiyet âlemine mensub) değildir. Nasut olan beden, nefis ve kalbimiz gibidir. Fakat ruh Lahutîdir. Âlemü’l Emr’den olduğu içinde ölmeye mahkum değildir. Hiçbir zaman ölmez. Yaratılmış ve berzah âlemine yerleştirilmiş, “Elestü bi rabbiküm” devresinde ictima’ olmuşlardır. Ne mal olduklarını yarar ve zarar, itaatkâr veya inkârcı oluşları “elestü bi rabbikum” devresinde bir seçenek yapılmıştır. Ve tekrar Âlemü’l Berzah’daki petek gibi olan yerlerine yerleşmişlerdir. Ne zamanki bir kimse ana rahminde tekmil oldu ise üç defa 40 gün ki 120 gün sonrası 122. gün oldu mu ruh kalıbına bedenine gelir girer. Onun için Âlemü’l Berzah’ın olduğu yerdeki nasıl ki İsrafil (as) nefhatün fi’s sur olunca petek gözleri gibi yerlere yerleşen ruhları üfürünce her ruh kabrinde cesedini bulur ve onu kaldırır.

Onun için, Âlemü’l Berzahta bekleyen ruhlar henüz bir şey işlemedikleri için hepisi eşittir. Yalnız ezelde ne oldu ise, tenafür veya tearûf hangi seçeneği seçti ise   الارواح جنود مجندة : “Ervah âdetâ bir asker gibidir.” Bir kimse  bir kimseyi orada tearüf etti (tanıdı) ise buraya geldiklerinde de birbirlerini tanırlar aralarında da ülfet olur. Ama o zamanda aralarında tenafür (hoşlaşmama) nefret etme oldu ise buraya gelişlerinde de birbirlerinden hoşlaşmazlar. Hülasa ruh işi böyledir. Gerçi  herkesler söylüyor Âlemü’l Berzah vs. diye ama, ancak erbabı olanlar görebilirler. Orada ruhların meskenleri de vardır. Ne zaman ki vakti geldi ve bir kalıba ihtiyaç duydu ise o zaman bir melek tarafından getirilir ve ana rahminde kalıbına girer. Kemâliyet buluncaya kadar da sorumluluğu yoktur. Çünkü bu hayatta 3 kişi sorumlu değildir. Aklı olmayan deli, bülûğ çağına gelmemiş çocuk ve uyanmadıkça uyuyan kimsenin sorumluluğu yoktur. Bülûğa erince artık ruh, yarar veya zarar gereken işlemleri yapar. Ruh ile nefis karşı karşıya kalırlar ayni kabın içinde. Ruh lahutîdir, nefis nasûtîdir. Yapıları zıddır ve karşı karşıyadır.

Onun için kalbimizde iki kapı vardır ki; birisi açıkken diğeri mutlaka kapalıdır. Emme basma  tulumba gibidir. Ayni anda ikisi birden açık veya kapalı olamaz. Daima birisi açık öbürüsü kapalıdır. Bu kapıların birisinde nefis - şehevat (her türlü aşırı istek, akl-ı maaş ve arzular) ve şeytan üçlüsü bulunur. Üçü bu kapıyı tutmuşlardır. Öbür kapıda ise Ruh-akıl-(akl-ı maad)- melek bulunur. Bu kapıyıda bu üçü tutmuştur. Bu kapıların durumları mutlaka terstir. Birlikte işlemezler.

İşte ruhun hadisesi bu minval üzeredir. Ruh evvelâ kalıbına girmiş, insan bu dünyada yaşamış ne işledi ise işlemiş, seçeneklerini yapmış ve ölmüştür. Kabrine konulduğunda eğer ale’l iman ise melekler 7. ci gün üzerlerine varırlar ve o zaman tescil ederler ki:

كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ { وَمَا أَدْرَاكَ مَا عِلِّيُّونَ { كِتَابٌ مَرْقُومٌ

{ يَشْهَدُهُ الْمُقَرَّبُونَ { إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ {

 ( Mutaffifin / 18-22)

“Hayır, andolsun iyilerin kitabı İlliyyûn’dadır. İliyyûn nedir bilir misin? (O İliyyûn’daki kitab) içinde ameller kaydedilmiş bir kitabdır. O kitabı, Allah’a yakın olanlar görür. İyiler kesinkes cennettedir” Böylece kendisi kayd’ü küyûd edilir. Eğer ehl-i iman değil ise Yemen Hadramud’undaki Berhud kuyusundan aşağı doğru esfeli safiline gider. Azab nisbetine göre yer tabakalarından birisini belki de cehenneme kadar varanlarda olabilir.

Hülasa kardeşlerimiz; Fırka-i Nâciye kitabımızda bu hususda ma’lümât verilmiştir. Fakat buradaki gâyemiz Vehhabi ve benzerlerinin kâbir hayatı karşısında lakayd oluşları ve sanki, “Kabir azabı vs. yokmuş, ölmüş gitmiştir ve geride azaları kalmıştır” demelerine cevabdır. Şimdi ise ruhun elastikiyetini ve yapısını anlatayım. Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor ki: Bir kimse eğer abdestli olarak yatarsa Lahutî olan ruhu vatanı olan âlemü’l emri arzular ki, “vatan sevgisi imandandır” buyuruluyor ama hadisin derecesine henüz bakmadım. Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) dahi vatanı olan Mekke’ye dair böyle buyurmuştur. İşte Ruh da aslî vatanı olan Emr Âlemi’ni arzularda çok elastik yapısı olan ruh burun yoluyla süyer, uzar ve ta Arş’a kadar ışık gibi gider. Vatanı Arş’ın ötesi olunca Allahü Zülcelâl kendisine bir düstur (izin) verir de secde edebiliyor. Onun için abdestli yatarsanız ruhunuz arşa vardığı zamanda secde emredilirse secdeyle müşerref olursunuz. Abdesti yoksa secde edemiyor. Ruh kendi vatanına karşı o kadar da hevesli ki, elastik oluşu sebebiyle oraya kadar bedeninden ayrılmadan uzayabilip süyebiliyor. Dikkat edinizki kalıbını bırakıp âlâkasını kesmiyor. Eğer kalıbından ilgisini ve bağlılığını keserse gaz lambası içindeki fitilin gazdan çıktığında tamamen sönmeye mahkum olduğu gibi söner ve beden ölür. “Ruh irtibatı keserse o beden de ölmüş demektir. Ruh hayatta olduğu sürece bedeniyle bağlılığını kesmeden Arş’a kadar uzayabiliyor ise vefât ettikten sonrada kabri ile irtibatını asla kesmiyor. Kabirden uzayarak çıkış ve dolaşım yapabiliyor. Ancak, hayatta iken kul borcu varsa kabrinde hapsediliyor. Hiç bir yere gidemiyor. Esir değilse makamına göre 1. ci gökten 7. ci göğe ve cennete kadar gidebiliyor. Ama, kabriyle hiç bir zaman irtibatını kesemez.

Bu şaşkın insanlar neyesine dayanarak bu şekilde “gelmiş geçmiş, ölmüş gitmiş” hesabı içindeler bilmiyorum. Halbuysa ne demek Allah aşkına, daha gelecekte istikbâlimizde sorumluluklarımız vardır. Hesabımız, kitabımız vardır. Nasıl oluyorda böyle şuursuzca kabirlere hiç bir değer ve kıymet vermiyorlar. Çok kıymetli olan Aleyhisselâtü ve’s selâm, diğer nebiler (as), sahabeler, saadatlar, analarımız, babalarımız için ölmüş gitmişdir diyebiliyorlar. Bu nasıl inanç nasıl i’tikaddır? Ruhların bu dünyada da kabirleri ile irtibatları vardır. Ve arş’a kadarda makamları vardır. Asla kabirleriyle kesilme inkita’ olamaz. Ruhlar elastikidir ve uzama özelliğine sahibdir. Işık gibidir. Allahü Zülcelâl böyle yaratmıştır ruhları.

Yok eğer ehl-i iman değilde ehl-i küfr üzere gitmişseler onlar bir karış dahi yukarı çıkamazlar ve haramdır. Gayr-i müslim olanların ruhları asla göklere ayak basamaz. Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) teşrif ettikten sonra şeytanların dahi ayakları göklerden kesilmiştir. Ne şeytan ne de gayri müslim olan ins ve cin asla göklere ayak basamazlar. Onlar anasır-ı erba’a içinde bulunurlar. Onun için bu kâfir ve zalimlerin irtibatları ancak yer altında ve cehenneme kadar yolları olup Arz’ın 7 tabakasından her bir tabaka aşağı indikçe azab şiddetlenir ve artar.  Ta ki cehenneme  varıncaya kadar. İşte gayri müslim olanların ruhlarının halleri budur. Kabrinden irtibatını kesmez ve azabın şiddetini de yine kabrinde çeker. Ehl-i iman olanların ruhları ise kabrinden irtibatını kesmemek şartıyla dolaşabilir ziyâret ve teanüm (ni’metlenme) edebilir ki onların hâlide böyledir. Kabri basitten alıp bir kemik çukuru sanmasınlar. Başı boş olup ölenlerin hiç bir fayda ve zararları yoktur sanmasınlar. Tıpkı Dehriyyunlar gibi. Bu anlatmış olduğumuz gibi olanlar kabir hayatını mühimsemeyen veya inkâr edenler gibi olanlar ya Mu’tezile ya da Tenasüh inancı olanlardır.

Bu sapık fırkaların hepside ehl-i sünnet ve’l cemaat akidesi dışında olup kendi aralarında yakınlıkları mevcûddur.

Nitekim, Hafız İbnü’l Kayyume El Cezvi “Kitabü’r ruh” da şöyle buyuruyor: Esâsen ruh lahutî olduğu için mutlaka ve mutlaka öbür âleme heveslidir. İyi şeyleri arzular ve dünyadan hiçde hoşlanmaz. Çünkü dünya onun makamı ve yeri değildir. Öbür âleme heveslidir. Gel velâkin anasırdan müteşekkil olan nasutî nefis gelip de işe karışınca o dünyayı haliyle çok sever. Çünkü, dünya onun sevgilisi, makamı ve yeridir. Ruh kısmında akl-ı maud ve melekler vardır. Nefis kısmında ise şehevat ve şeytanlar vardır. Artık kim galib gelirse onun hükmü işlenir. Nefs galib gelirse zavallı ruh sahibsiz ve etkisiz kalıyor. Çünkü gücü yetmiyor. Eğer, ruh galib gelirse Allahü Zülcelâlin izni ve inâyeti ile her iki âlemde de kazanmış olacaktır.

Kardeşlerimiz; onun için kabirlerde halihazır ruhlar mevcûd olup, gelip gideni bile tayin edib ve ayni zamanda azab ya da ni’metler içinde olup dururken nedir bu sapıkların sözleri ve işleri? Vallahü’l azim Ebu Hüreyre (ra) buyuruyor ki; gelirlerde kabirlerine yatak sererler o kadarda kıymet ve değer verirler ki o kadar olsun. Evet bakınca görüntüsü basit  bir mezar amma: روضة من رياض الجنة   Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Bunları nasıl inkâr ederler?

Esâsen biz Vehhabi fırkasını koyacak bir kab bulamıyoruz aslında. Allahü Zülcelâl bizleri salah etsin. Âmin.

Aziz kardeşlerimiz “ruh bir bütündür. İkiye, üçe bölünemez.” الروح جزء لاتتجزأ   Elastiktir. Fakat asla kesilip parçalanıp bölünemez. “Ruh icabında hata işler kâfirlerle irtibat kurar. Diğer taraftan taat işler mü’minlerle irtibat kurar” dense o zaman ruh iki parçaya ayrılmış demek olur ki bu mümkün değildir. Ruh, tek bir vücuddur. Cüz’e ayrılamaz. İki cüz’ olamaz. Evet, elastikiyeti çoktur. Hatta Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem):  فى الرفيق الأعلى  Refik-i âlâ da olmasına rağmen bir kimse kabrine varsa da:

السلام عليك يا رسول الله

diye selam verdiği anda cevabını verip selamı aynı anda iade edebiliyor. İşte ruh-u şerifi’nin bir yönü. Refik-i âlâda bir yönü de Kabr-i Şerif’inde Ravza-i Mutahhara’da olup esâsen geleni gideni biliyor selamlarını alıp iâde de edebiliyor. Nasıl oluyor derseniz, Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) misal vermişdi ki; Güneş gibidir. Yeter ki açıklık olsun her bir yere şavkı ışığı gelip duruyor. Nerde olursa olsun ışığı yaygın durumdadır. 4. cü gökten ışıkları nasıl ki yeryüzünün her zerresine geliyorsa ruh da böyledir. Ruh için bu misali vermişler ve:  الروح جزء لاتتجزأ “bir cüz’dür iki cüz’” olamaz yani inkita’ya uğrayamaz. Karşısına ister şer ister hayr gelsin ruh daima bir vücûddur. Ne yapacaksa onu yapar. Yoksa, bir kısmı hayr’a bir kısmı şerre sahip çıksa ikilik çıkar.

Anlayacağınız şu ki, Ruh kabından asla irtibatını kesmez, yükselebileceği makama kadar güneşin ışığı gibi gidebilir.

Aziz kardeşlerimiz; Aleyhisselâtü ve’s selâmın buyurduğuna göre; bir mü’min yatağında olmasına rağmen ruhu, vücûdu ile alakasını kesmemek suretiyle Arş’a kadar çıkabiliyor. Elastikiyetini de güneş ışığına benzetmişlerdir. Güneş ışığıda cüzler ayrılıp bölüm bölüm olamaz. Nerde açıklık varsa ışık verir. Ruhda bölünüp inkita’ya uğramaz. Onun için cenabı Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ruhuda hem Ravza-i Mutahar’ada hem de Refikü’l Âlâ’dadır. Gelen gideni tanıyıp selamlarını alır ve cevab verir. Kadir-i mutlak olan Allah herşeye kadirdir. Allahü Zülcelâl Kelamullah’ında nebiler dahi değilde şehid olan kişiler hakkında buyuruyor ki:

وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ

 (A’li-İmran / 169)

 “Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma. Doğrusu onlar Rableri katında diridirler. Cennet meyvalarından rızıklanırlar.”

Bu âyeti celileye ne diyecekler? Nebi değilde onun çok altında olan şehid için böyle buyuruluyor. Rasullerin rasülü olan Sallahü teâlâ aleyhi vesellem için çok mu görüyorlar? Bir Gazvede şehid olan bir mü’min için: “Siz bunları, ölmüşde sanmayınız. Allah nezdinde yerler içerler” de buna rağmen kabirlerinden âlâkalarını hiç de kesmezler. Vehhabilerin bu yanlış inanç ve i’tikadları çok, çok ağır bir meseledir. Eğer onların hezeyanları gibi eğer, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem)  ölmüş gitmiş de hiç bir tasarrufu kalmamış ise geleni gideni göremiyor, bilemiyorsa, bir şehid kadar bile olamamışsa çok yazık olur. Bu inançda olanlar O’nda hiç bir şey bulamamışlar ki, tard ediyorlar. Bu inançta oluş Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) kıymet ve değerini bilemeyenler öbür âlemde de elbette hiç de onu bulamazlar. Zirâ, burası imtihan diyarıdır. Yararımızı, zararımızı hesabımızı kitabımızı bu dünyada hazırlayıp, ayarlayıp da gideceğiz ve öylecede karşılanacağız. Orası hesab yeri orada başka bir şey yok. Hesab da ise buradaki yarar ve zararlarımızla karşı karşıyayız. Allahü Zülcelâl bizleri böylesine fasid i’tikadlardan korusun. Âmin.

 

Kardeşlerimiz; Allahü Zülcelâl kitabında şirkedenleri ve küfredenleri ilân etmiştir. Neden müşrik ve kâfir olduklarını bildirmiştir. Fakat, Vehhabiler en basit bir nedenle, kabre ziyarete giderse, istiğase, ve istiane ederse veya şefaat dilerse hemen saf dışı ederler. Küfrüne hükmederler. “Ölmüş gitmiş âdetâ murdar gibi hiç bir zararı yararı olmaz.” derler.

Cenabı Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ümmeti 73 fırka olup 1 tanesi Fırka-i Nâciye dir ki; اناواصحابى عليها   “Benim ve ashabımın yolu üzeredirler” buyurduğu fırkadır. Diğerleri ya dalalete, sapıklığa ya da küfre varırlar. Her sapık yolun başında bir şeytan vardır. Allah muhafaza etsin. Âmin.

Daha önce tenasüh ehli ve Mu’tezile ile alakalı oluşlarını anlatmıştık. Şimdi ise Hariciye fırkası ile Vehhabilerin alakasını anlatacağız. Çünkü, Haricilerin müslümanları küfre eletmeye çok hevesleri vardır. Olur olmaz şeylerden ehl-i iman küfrüni  hemen hüküm verirler. Nitekim, Aleyhisselâtü ve’s selâm hadisinde açıkça belirtmiş ve bizâtihi Haricilere atfetmiştir ki:

Hadis-i Şerif:

الحديث الشريف : روى البخارى عن عبدالله ابن عمر رضىالله عنهما فى وصف الخوارج انهم انطلقوا الى ايات نزلت فى الكفار فحملواهاعلى المؤمنين

Hadis meâli: Buhari, Abdullah İbn-i Ömer (ra) den rivâyetle Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor ki: Kur’an-ı Kerimde olan müşrik ve kafirlerle ilgili âyetleri (Havaric=) Hariciler doğrudan doğruya mü’minlerin üzerine hamledip yüklerler. Demek ki Vehhabiler, Haricilere daha yakındırlar. Künyelerini de Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bizâtihi vermişdir. Hadisin râvisi şöyle buyuruyor:

فهذاالوصف صادق على ابن عبد الوهاب واتباعه

Eğer gerçekten İbn-i Abdulvehhab ve avanesinin dediği gibi tevessül etmek gerçekten müşriklik ve kâfirlik getirmiş olsa idi, Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) kendisi ashabına asla müsaâde etmezdi. Ta’lim edip tevessül  ve istiğaseyi öğretmezdi. Öyle ya ashabı tevessül ve istiğaseyi tatbik edip dururken Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) onları tekfir mi eder? Men etmeden: اللهم انى اسئلك بحق السائلين عليك ve benzeri pek çoktur. Bu husus ise ayrı bir mesele olup ilerde ma’lumat vereceğiz.

 

Aziz kardeşlerimiz; İşte Havaric’in mezhebi işte Vehhabiler. Künyelerini de Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) vermiştir. Vehhabiler, Aleyhisselâtü ve’s selâmın kabrini ziyâreti, istiğaseyi iltica etmeyi ve şefaatı dahi tasvib etmeyip inkar ediyorlar. İnsaf artık insaf ki bir de Ümmet-i Muhammediz diyebiliyorlar. Allah bizlere şuûr versin. Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bu kadarda buğuzkâr olup getirdiklerini küllemeye çalışan bu zümre mensublarını bu dünyada ne yapabiliyorsa yaparlar ama geleceğe inanmıyorsa bunlara birşey diyemeyiz. Ama, müslümanda diyemeyiz!.. Gerçi Allahü Zülcelâl ne ettiyse ezel etmiş. Biz ne kadar üzülsekte yazıklar olsun desekte olanlar ezel olmuş da şimdi zühur ediyor. İnsanoğlu ahsen-i takvim üzere halkedilmiş iken neden dalalete gidiyor!.. Ama, kader kaderullah, hidayet hidayetullah: من يهدالله فلامضل له ومن يضلل فلاهادىله    Allah bir dalalete sevketti ise zülum mu etmiş hâşâ. Kendi ruhî fıtratlarında vardır. Elestü devresinde de seçenek yapıp mâliyetlerini ortaya koymuşlardır. İster mü’min ister kâfir ister münafık olsun ruhların seçenekleridir. Fırka-i Nâciye adlı kitabımızda da bu hususda ma’lumat vardır.

Şimdilik gâyemiz ise; Vehhabilik Mezhebinin insanları dalalete sevkeden bir yol üzere oldukları hakkında ma’lumat vermektir. Bu zaruridir ve mü’min kardeşlerimizin bilmeleri lâzımdır. Bilinmesi lazımdır ki her alemde deveran eden her ne varsa yoksa Cenabı Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hüneridir. O bizden hoşnut oldu mu her yerde geçerlidir. Ama, Vehhabiler gibi, hiçbir yetkisi olmayan, attal-battal olmuş, ziyaretine bile gerek görülmeyen, kendisine iltica edilmeyen ve şefaatı tanınmayan birisi kabul edilirse o zaman onlara sorulur ki siz gerçekten müslüman olduğunuzu mu sanıyorsunuz?

Ah kardeşlerim ah! Esâsen Allahü Zülcelâl Habibini (Sallallahu Aleyhi Vesellem) âleme rahmet olarak getirmiştir:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ

  (Enbiya / 107)

“Seni resûl olarak gönderen Allah sadece âleme rahmet olarak göndermiştir. Sertlik yoktur. Nikmet değil ni’mettir. Kimsenin üzerine külfeti yoktur rahmeti vardır. Hatta Ebu Hasani’l Şazeli şöyle buyuruyor: Nebilerin  hepsi rahmetten yaratılmışlar, rahmet ise Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) tâ kendisidir. Rahmetin kendisi Rasulullahdır (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Allahü Zülcelâl öyle buyuruyor:

وماارسلناك الارحمةللعالمين

Diğer nebilerde Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) rahmetinden bölümler almışlardır. “Şüphesiz Allahü Zülcelâl insanlara karşı Rauf ve  Rahimdir.”

إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ

(Hac / 65)

“Çünkü Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.”

Esâsen böyle olmayınca idâre edilemez. Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ise âlemlere rahmet  olmuş “mü’minlere ise hem Rauf hemde Rahimdir.”

بِالْمُؤْمِنِينَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ

 (Tevbe / 128)

Evet, Allahü Zülcelâlin kulları içinde kafirde zalimde mü’minde fasıkda olacaktır. Buna rağmen idâre yönünden  إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ (Hac / 65) dir. Yoksa başka sıfatları olsa idi kulları üzerine, hemen onları yok ederdi.

Hülasa kardeşlerimiz; Cenabı Rasulullah  (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bir nimet-i âzimedir ve bu nimeti âzimenin kıymet ve değerini bilmek lâzımdır. Hele bilhassa ümmeti olarak yaratıp denkleştirdiği için Allahü Zülcelâle ne kadar teşekkür etsek azdır. Bu ise Allahü Zülcelâlin takdiri ve nizamıdır. Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) müstasnâdır. Tüm nebiler bir kefeye girseler dengi olamazlar. Nasıl ki Hz. Ebu Bekir i Sıddık (ra) hakkında: “İman olarak tüm ümmetimin imanı bir kefeye konsa O’nun imanı racihtir, ağır gelir” buyuruyor Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) böyle olmasın mı? Elbette tüm insanların Âdemden (as) kıyamete kadar olan insanların imanı bir kefeye konsa diğer kefedeki Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) imanı racih gelir. Böylesi bir Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ümmet olmuşlar, Allah denkleştirmiş teşekkür edecekleri yerde inkâra kalkışıyorlar.   

لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ

(İbrahim / 7)

“...Eğer şükrederseniz, elbette size (ni’metimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir!..”

“Eğer bu ni’meti azimeye şükrederseniz artırırım mükafatlandırırım. Velâkin inkara kalkışırsanız, nankörlük yaparsanız azabım şiddetli olur”, buyuruyor. Allahü Zülcelâl bizleri ni’metin kıymet ve değerini bilip şükrünü layıkı ile yerine getirenlerden eylesin.  Âmin.

İ’tiraf edeyim ki; bir çok Arab ve Müslüman devletlerin devlet idârecileri, krallar ve melikleri karşısında tavır ve davranışları ve acâyib kelimelerle mehdü senâlar etmektedirler. Bizâtihi Suudî kralları için “Ba’de Allah = Allahdan sonra” diyerek bu kişileri Allah’dan sonraya alıp Cenabı Rasulullahı (Sallallahu Aleyhi Vesellem) dahi tanımıyorlarda bu kişileri Allahü Zülcelâlden sonra yetki ve salahiyetli görüyorlar ve “Sahibü’l Celâla el muazzam” gibi kelimeler kullanabiliyorlar. Haşa “celâl sahibi ve “Azim olan” gibi sıfatları bir insan için bir kral için kullanıyorlar. Vallahı bu gibi acayib kelimeleri hiç bir zaman ve hiç bir millette ne duydum ne de okudum. Az çok biliyoruz ve okuyoruz. Demek ki bu Suudî halkına böyle bir kral takdir edilmesi zülûm değilde Allahın (cc) bir âdaletidir. Esâsen kıymet ve değer verilmesi gereken Aleyhisselâtü ve’s selâm olması gerekirken siz böyle mi edersiniz? O halde sizin gibi kullarımın başına böylesini dikerim de onu dilinizin dönebildiği kadar kelimelerle medh-ü-senâ edersiniz. Fakat, Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) gelince “kabr-i şerifinde ziyâret edeceğim” dediniz mi cevabları hazır ve basittir. “O ölmüş ve gitmiştir” Ben, öbür âlemde buna nasıl cevab verecekler bilemiyorum. Allahü Zülcelâl’in Habibi sevgili peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ‘i öylesine basitten almak gerçekten hayret edilecek bir şeydir. Halbuki bu âlemde de o âlemde de din, Cenabı Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) üzerinde dönmektedir ve dönecektir de. Allahü Zülcelâl bizleri sevgili Resülümüzden ayrı kılmasın. Onun şefûk ve atûf olan rahmetine iltica ediyoruz ki, Habibinden (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bizleri orada da ayırmasın. Cümlemizi şefaatına nâil eylesin...

Her zaman kalbimizde muhabbeti olarak veli ni’metimiz olarak bilmemizi nâsib eylesin. Âmin.

Evet diyeceksiniz ki, Cenabı Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) karşı muhabbetimiz sevgimiz nasıl olmalıdır? Hadisinde Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) “Allah ve Rasulullahı sevmedikçe iman sahibi olmak şöyle dursun imanın tadını dahi göremez” buyuruyor. Onun için Allahü Zülcelâle muhabbeti olmakla beraber, beraberinde Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) muhabbetinin olması da şarttır.

Aziz kardeşlerimiz, Tevbe süresinin 23. ve 24. âyetlerinin tefsirine bakınız ki, insanoğlunun seveceği şeyleri tek tek sıralamıştır. İyice inceleyiniz ki Allahü Zülcelâlin muhabbeti olmakla berâber Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) muhabbeti nasıl olması lâzımdır?

Tevbe /23: “Ey iman edenler, eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dosd edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir.”

Tevbe /24: “De ki; Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticâret, hoşlandığınız meskenler  size Allah’tan, Resülünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.”

Görüyorsunuz ki, Allahü Zülcelâl ve Rasulullahdan (Sallallahu Aleyhi Vesellem) başkasını çok sevenleri fasıklar olarak vasıflandırmıştır. من احب شيئا اكثر من ذكره  “Bir kimse fazlaca seviyorsa çokça anar”

Bunlar ise; Cenabı Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem): “Ya Rasulullah” dememizden bir zarar görüyorlarsa, “yok şirktir, yok küfürdür” sözlerinden bıktık usandık bunların. Ama kendi krallarına gelince vasıfladıkları kelimeleri islam inancı olan şuûrlu bir insan bir insan için asla kullanamaz.

Allahü Zülcelâl biliyor ki bunlardan hiç hoşlaşmıyorum. Huzurullahda söylüyorum ve Allahü Zülcelâl şahidim olsun ki, ben, Rasulullaha karşı bu şekilde böylesine hınçla basitten alışlarından asla hoşlaşmıyorum ve nefret ediyorum. Asla tasvib etmiyorum ve reddediyorum. Kral için “Ba’de Allah” kelimesi ne demektir? Allahü Zülcelâlden sonra Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) geldiğini Allahü Zülcelâl Kitabullahta defalarca ilân buyurmuştur. Esâsen şirk olan; rastgeleye birisini haksız yere Allah’dan sonra gelen diye ilân etmektir.

Aziz kardeşlerimiz; Bundan sonra ise Cenabı Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ait hadislerle tevessül-istiğase-ziyâret ve şefaat yönünden bitmez tükenmez hadisler mevcûddur ve bir nebzecik anlatacağız. Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ümmetini çok sevmiş, sahib çıkmış ve en güzel yolları belirtip ma’lümât vermiştir. Hiçbir şeyi müğlak bırakmamıştır. İstiğase olsun, ziyaret olsun hele bilhassa şefaat yönünden nice hadisleri vardır. Nasıl müslümandır bunlar ki Cenabı Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaatını istemiyor ve inkâr ediyorlar. Bunca hadisler ve sahabelerin hayatları ortada iken. Cenabı Rasulullah dahi kendisinde bir şey görmüyor ve: اناالدليل والهادى الله  “Ben sadece delilim hidâyet Allahındır” buyuruyor. Hidâyet ve iman Allahü Zülcelâle aittir. Haşa Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) peşinen ben hidâyete erdirir iman dairesine sokarım dese “İşte baksanız ya amucasına dahi medâr olamadı” derler.

Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) kendisini şirkten men ederken haşa  Allahü Zülcelâlle ortak çalışacak ve kendisine tapılmasını emredecek de bizde ziyâretine gidip ona tapacakmışız inancı; olsa olsa böylesi şuûrsuz, ahmak ve zındıkların inancıdır. Bu şekilde inanan, ehl-i sünnet ve’l cemaat dairesi içinde Fırka-i Nâciye yolunda bir ferd bile yoktur. İnancı gereği olamazda. Her zaman söylüyoruz, her derdin devası vardır ancak ahmaklığın devası asla yoktur. Ancak, Allahü Zülcelâl onları ezelden ehl-i dalal yarattı ise ona da söyleyecek sözümüz yoktur artık. Allahü Zülcelâlin taht-ı tasarrufunda kullarının mahiyetini ezelden ve ervah âleminden bilmektedir. Hiçbir şey yok iken o var etmiştir. كان الله ولا شيئ معه وهو ألآن على ماكان عليه  : “Hiçbir şey yok iken Allah vardı. Herşeyler var edildiğinde de yine O O’dur.” Haşa fazlaca yarattı diye noksanlaşacak yorulacak yetersiz kalacak diye birşey asla yok. Allahü Zülcelâl:

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

(Yasin /82)

“Birşeyi yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı “Ol” demekten ibârettir. Hemen oluverir” Kaf, Nun’a varmadan dilediği olur. Allahü Zülcelâlin bir  hükmü bir kararı olduğu anda sadece “KUN” diye buyurur ve Kaf Nun’a varmadan oluverir.

فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

(Yasin /83)

“Herşeyin mülkü kendi elinde olan Allah’ın şanı ne kadar yücedir! Sizde O’na döneceksiniz”  Kudreti azim olan celle celâlihu kâinatı var etmiş, zamanı gelecek ki yok edip;

لمن الملك اليوم

“Bu gün mülk kimindir? diye soracak ta  hiç bir yerden ses çıkmayacak ve soluk yoktur. Mülk gerçek sahibine dönmüş olacaktır. Bu ise “Nefhatün fi’s sur” olduğunda olacaktır. 

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَنْ شَاءَ اللَّهُ

(Zümer/68)

“Sur’a üfürülmüştür de Allahın dilediği müstesna olmak üzere göklerde ve yerde kim varsa ölmüştür.” Burada Allahü Zülcelâlin dilediği bazı kimseler  hariç denilenler cennet hurileridir. Yoksa yeryüzünde olan hiç bir kimse yoktur ki cevab verip de “mülk benim” desin haşa! Esâsen herkes yok olmuştur, durgundur.

Onun için   لمن الملك  Bu mülk kimindir? Bu kadar uğraştınız ettiniz benim mülküm filân falan dediniz de ne oldu?

الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ

(Mü’min / 16)

“Bugün hükümranlık kimindir? Kahhar olan tek Allah’ındır.”

“Bugün mülk, Vahidü’l Kahhar olan Allahındır.” buyuracaktır o gün gelince...