Aziz Kardeşlerimiz;

Aslında Fırka-i Dalle olan yoldan çıkmış fırkalar hakkında Kur’an ve hadis yoluyla malumât verip açıklamak azmindeyim Allahın izni ve inâyetiyle. Çünkü, günümüz çok kritiktir. Efkâr (fikirler) bozukluğu i’tikad bozukluğu beter hale gelmişir. Hiç olmazsa imkanlarımız nisbetince anlatalım da inanan inanır, inanmayanlar da kendileri bilir. Hidâyet Rabbımız Allahü Zülcelâle aittir. İnanmayanlarda bizi ilgilendirmez artık.

الهادى هوالله   “Hidâyeti verecek olan Allahdır.” Kimseye diyeceğimiz bir şey kalmıyor. Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: انا الدليل والهادى هوالله    “Ben delilim hidâyeti verecek olan Allah” Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) i’tiraf ediyorki, hidâyet ve imân ancak ve ancak Allahü Zülcelâlle alâkalıdır. Kimsenin bunda bir tasarruf hakkı yoktur. Çünkü tasarruf imkânı olsaydı Aleyhisselâtü ve’s selâma çok candan emeği geçmiş olan amucası Ebu Talib için hidâyet ve imanı çok arzuluyor idi. Fakat, kader kaderullah, başka şey. Onun için bir çok hadislerinde “Tevhid kelimesini amucama arz ettim eğer söylese idi kurtuluşu olurdu ama bir türlü söyletemedim.” Hattaki sormuşlarda: “Ya Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) senin şefaatin ebeveyninede olmuş mudur?” Zaten babası ve anası fetret ehlidir. Ve kendi vaktinde gelmemişlerdir. Sorumlu da değillerdir. Bunda şek ve şüphe yoktur. Eğer amucası Ebu Talib gibi kendi devresinde gelmiş olsalarda ilân edildiği halde risâletine inanmamış olsalardı o zaman evet, ale’l küfre giderlerdi. Fakat babası zaten doğmadan vefât etmiştir. Annesi ise 6 yaşında iken vefât etmiştir.

İşte sormuşlarda cevâben: "Elhamdülillah anama, babama, birde süt kardeşim vardır. Halimetü’s Sadiye’de iken bir süt kardeşim vardı. Ona da yardımcı oldum da Oda Allahın izni ile bağışlandı. Oda ehli iman oldu” buyuruyor. Amucası için sorduklarında da Aleyhisselâtü ve’s selâm buyurur ki: “Evet Onada şefaatim yetişti” “Nasıl yetişti? Ya Rasulullah imana geldi mi?” “Hayır, ancak cehennemin en hafif azabına düçâr olacak. En ehven azab nedir cehennemde? Ayaklarında bir takunya giydireceklerde başında olan dimağı kaynayacak. İşte cehennemde en ehven olan azab budur. Eğer benim şefaatım olmasaydı cehennemin gamaratına (ıssız-virâne) düşerdi. Daha esfeline düşerdi” buyurmuştur amucası hakkında.

Her türlü ihtilaf çıkarmak isteyen bozguncu ve sapık fırkalar pek çoktur. Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) انا الدليل والهادى هوالله    “Ben delilim Hadi Allahdır” buyururken âyeti celile de:

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِنْ أَمْرِنَا مَا كُنْتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْدِي بِهِ مَنْ نَشَاءُ مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ

 (Şûrâ / 52)

“İşte böylece sana da emrimizle Kur’an’ı vahyettik. Sen, kitab nedir, imân nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisi ile doğru yola eriştiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.”

Habibine (Sallallahu Aleyhi Vesellem) mâlûmat veriyor ki: Kitabda bilmezdi, imanda bilmezdi ancak elçisi olunca her türlü ihtiyaç duyacağı hususda mutlaka malümat ve talimat vermiştir. Allah tarafından bir elçi olmasa zâten nuruda imanıda ve kitabıda bilemezlerdi. İşte Kur’an nuru, iman nuru, hidayet nuru hepside eğer Allahü Zülcelâl bir hidayet verecekse iman nuru kalbdeki aydınlıktır ve bir hidâyettir. Sırat-ı Müstâkim olan doğru yolda bu aydınlıktır. İşte bundan dolayı dilediğimiz kullarımıza hidâyet sebebi vesile olur buyuruyor. Ve “ancak sen ya Habibim sen halka doğru yola hak yola delil olup gösterirsin ve anlatırsın” buyuruyor.

Esâsen va’az-ü-nasihat eden gerçek âlimlerin hepisi de cenabı Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) mirasçılarıdır. العلماء ورثة الانبياء  “Ülema enbiyanın mirasçılarıdır” Mutlaka böyledir. Elbette halkın hepisi mâlümat sahibi değildir. Fi’l hakika birbirimize her halükârda ihtiyacımız vardır.

Onun için Aleyhisselâtü ve’s selâm; müşriklerin devresinde kutsal kâbenin üzerinde bir sürü tapınaklar var iken acayib bir vahşet olmasına rağmen Aleyhisselâtü ve’s selâm teşrifiyle hak ve hakikatı ortaya getirmiştir. Kendisine Allahü Zülcelâl sahib olmuştur. Ve elçisi kılmıştır, Habibi kılmıştır. Bu minval üzerine artık bu bir nimeti azimedir. Allahü Zülcelâle şükürler olsun.

Kardeşlerimiz, iyice bir düşünün Allahü Zülcelâl vallahi Âdemden (as) Aleyhisselâtü ve’s selâmın teşrifine kadar onun ayarında bir resul ve nebi göndermemiştir. Beşerriyet içinde bir tâne olup üstünlüğü vardır. Onun için öbür âlemde de aynı hünerini gösterecektir. Allahü Zülcelâl kendisine düstûrlar vermiştir. Şu günümüzde de böyle bir şahsiyeti bizlere nasib ettiği için Allahü Zülcelâle binlerce şükürler olsun. Ne yapmamız lâzım bu ni’meti azime karşısında? Elbette, şükrünü bilmemiz ve hukukuna riâyet etmemiz lâzımdır. Geleceğe inanan herkes için bu böyledir. Öldükten sonra tekrar dirileceğine, mahşere, cennet ve cehennemin hak olduğuna inancı varsa o zaman tek yapışacak olduğu Aleyhisselâtü ve’s selâmdır. Mutlaka Habibullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) yolunda yürümesi şarttır. Şart.

Allahü Zülcelâl;

لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ

 (İbrahim / 7)

“... Eğer şükrederseniz, elbette size (ni’metimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”

“Eğer ni’metlerime karşı şükreder şükrünü öderseniz çoğaltırım amma nankörlük yaparsanız  o zaman azabım şiddetli olacaktır” diye ilan ediyor. Onun için vallahi bu ni’metin üzerinde hiçbir ni’met yoktur. Çünkü bu ni’met sadece burada değil de gelecekte cennete varıncaya hatta oradada devam edecek bir ni’mettir. Cennete varsa dahi şefaatı o yönde de vardır. Onun şefaatı sayesinde daha yüksek kâdemeye daha  elverişli cennetlere ki cennetler muhtelif olup eşit değildir. Onun için cennette bile makam yükselmesi Cenabı Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaatı sayesindedir ve gereklidir. Cehennemden çıkıp cennete girmeye yine Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şefaatı gerekli. Sıratı geçerkende Onun  şefaatı gerekli ve: “Allahümme sellim, Allahümme sellim “ diyen yine Aleyhisselâtü ve’s selâmdır. Bu sayededir ki çabukça geçilebilir. Mizânı ve daha birçok mesele ve hadiseleri yine Onun şefaati hallediyor. Nehr-i Kevser’e varabilmemiz yine Onun sayesinde olabiliyor. Esâsen onun tasvibiyle varabiliriz ve ondan nasibimiz bu şefaatle olabilir. Ayni zamanda mahşer âleminde Onun Livaü’l Hamd sancağı altında beraberce olabilmemiz dahi onun rızasını celbetmek şartiyledir. Hülasa şefaatleri sayılmayacak kadar olup pek çoktur. Biz ise bu hususlarda bir parça malümat vermek azmindeyiz. Dalle olan sapık fırkaları Allahın izni ve inâyetiyle anlatım ki; ümmeti Muhammed hazer etsin şerlerinden.

 

Kardeşlerimiz; hep anlatmışız ki; Aleyhisselâtü ve's selâmın yolu bir tanedir. Evet “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır” buyurmuştur. Yahudiler 71, Nasara 72 fırka iken onlardan da fazla 73 fırka olmuştur. Onun için 73 fırkadan sadece bir fırkası “Fırka-i Nâciye” olup 72 si sapık fırkalardır. Fırka-i Nâciye ise Ehl-i Sünnet ve’l cemaattan olan kişiler için kurtuluştur. Diğer fırkalar ya sapık yada ehl-i küfür olan fırkalardır ve i’tikadları nisbetlerine göredir. Cehenneme varacak olanları olduğu gibi sapıklık durumuna göre daha beriye daha beriye… Yahutta cehenneme bir saatlik, bir günlük vs. girer çıkar. Cehenneme giren kimse mutlaka i’tikadda bir küfrü sebebi ile girer. Yani hata ve günahlarından dolayı girmez. Çünkü, Allahü Zülcelâl cehennemi küfrü yakmak için yaratmıştır. Cehennem gazabındandır. Cennet ise rızasındandır ve rızasına bağlıdır. Allahü Zülcelâlin rızasını sağlayabilen bir kimse cennet ehli olur. Allah cümlemize nasib etsin. Âmin… Cennet Allahın bir rahmetidir. Hatta âmel yoluyla cenneti satın almaya hiç kimsenin de böyle gücü asla yoktur. Eba Hüreyre (ra) nin rivâyet ettiği hadisi şerifde Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) “Hiçbir ferdiniz âmel yönüyle cennete giremezsiniz. Ya Eba Hüreyre, dünya ve muhteviyatı ile cennetten bir karış yer dahi satın alamazsınız ve karşısında bir kıymet ve değeri olamaz” Yani bir karış bile olsa bu böyledir. Ancak ve ancak Allahın Rahmeti ile cennete girilebilecektir. Eba Hüreyre (ra): “Ya Rasulullah sende mi âmelinle girmeyeceksin?” diye sorunca Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem): ولااناالاان يتغمدنىالله برحمته    “Ben isem dahi âmelimle değilde Allahü Zülcelâlin güçlü olan rahmetine güvenerek rahmetiyle girebilirim” buyuruyor. Cenneti âmel yoluyla satın alabilecek bir gücümüz yoktur bir kerre. Biz beşeriz. Orada olan nimetler ve bu gün bu dünyada olan ni’metlerinde şükrünü ödeyemiyoruz. Bir Me’mur iken çalışmadan bir iş yapmadan ma’aşı alabiliyor musun? Hiç oturduğun yerde sana bir şey veriyorlar mı? Hayır. Onun için hele bilhassa şükretmeyip de ters gidecek olursan o zaman peki kim sana sahib çıkar acaba söyle bakalım. Rahim olan Allahü Zülcelâl ref’etini, şefkâtini ve rahmetini esirgememiş her yönüyle vermiş:

إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ

 (Hac / 65)

“Allahü Zülcelâl insanlara hem rauftur hem rahimdir.” Bu eğer böyle olmamış olsa halimiz felâketti. Düşünün şu hayatımızdaki nimetleri sayılabilir mi?

وَإِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللَّهِ لَا تُحْصُوهَا إِنَّ الْإِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ

 (İbrahim/34)

“Allah’ın ni’metini sayacak olsanız, sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür.”

Bu ni’metleri sayacak olursanız asla haklayamazsınız. Gerçekten insan zalim ve nankördür. Evet, nefsine de zülmediyor esâsen nankör geliyorda bu sebeble ni’metlerin hakkını ödeyemiyor. Kendisini  Allahü Zülcelâlin emirlerine bağlayamıyor. İnsan şu yaşantısına bakıpta yeyip içip ve gezdiğine bakmıyor. Halbuki değil yeryüzü gök âlemi ve melekler dahi bizim hizmetimizdedir. Her bir ferdimizi şeytanlardan koruyabilmek için 360 melek görevlendirilmiştir. Muhtelif muhtelif görevleri vardır. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor ki: Yaz devresinde bir çanakta pekmez olsa sineklerin ona hücum ettiği gibi şeytanlarda Âdemoğlunun üzerine öylesine saldırırlar.” Çünkü, düşmanlarıdır. İblis kendisini bu hale düşüreni Âdem (as) bildiği için Âdemoğluna çok zıddır. Yapabildiği sürece elinden geleni yapacaktır.

O sebeble:

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الْإِنْسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ

 (En’am / 112)

“Böylece biz, her Peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar.”

İnsanlarda bazı şeytanlaşma durumu vardır. Fakat Allaha şükürler olsun ki Melekler daha çoktur da şeytan ve avanelerinden korurlar. Anlatmışızdır, ama burada da kısaca anlatalım. Melekler, şeytanlar, insanlar ve cinler vardır. Melekler masiyetten ma’sumdurlar ve asla şer işleyemezler. Şeytanlar kesinlikle keferedir ve onlarda asla hayr getirmezler. Melekler nurdan, şeytanlar ise ateştendirler. Ateş tabi mutlaka zarar getirir. Bundan dolayı şeytanlardan bir hayr beklenmez. Melekler ise nurdan oldukları için onlardan da şer beklenilmez. İnsanlar ve cinlerin durumları ise âmellerine göre değişik olur. Ale’l küfre de gider, ale’l imana da gidebilirler. Her ikiside ins ve cin, sorumludurlar. Cennetede, cehennemede girecekler.

Kardeşlerimiz Melekler – şeytanlar – cinler ve insanlar hepsi bu dört nesne bir araya gelseler: Melekler 9/10 unu temsil ederler. Kalan 1/10 un 9/10 unu şeytanlar, kalan 1/10 un 9/10 unu cinler, kalan 1/10 unu ise insanlar teşkil ederler. Kolay anlaşılsın diye bu dört nesnenin toplamına 1000 dersek kısaca:

900/1000 ü melekler, 90/1000 ını şeytanlar, 9/1000 unu cinler ve kalan 1/1000 ni de insanlar teşkil ederler. Melekler o kadar çok insanlarda o kadar azdır kainatta. İnsanlar hepsinden az ama hepsinden de efdaldir ve faziletlisidir. Biliyorsunuz ki Allahü Zülcelâlin mahlukatı içinde Habibinin (Sallallahu Aleyhi Vesellem) seviyesinde hiç bir kimse olmamıştır. İnsanoğlu kıymetli ve değerlidir. Zira Allahü Zülcelâl:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آَدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلًا

 (Isra / 70)

“Biz hakikâten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık. Kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın bir çoğundan cidden üstün kıldık.”

Böylece Allahü Zülcelâl insanoğlunun mükerrem ve mahlukatın en üstünü olduğunu ilân eder.

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ { ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ

 (Tin / 4-5)

 “Andolsun ki biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” Hakikaten Allahü Zülcelâl insanoğlunu ahsen-i takvim, en güzel kıvamda yaratmıştır. Fakat, kıymet ve değerini takdir edemediğimiz ve bu da nankörlük olduğu, ni’metinin şükrünü ödemediğimiz ve muhalefet yaptığımızdan dolayı esfeli safiline indiriyor.

 

Hülasa kardeşlerimiz; piyasaya bakarsanız herkes kendi davasının hak üzere ale’lhak olduğunu söylüyor. Ama işin hakikatı nedir? İşte bu hususlarda bir miktar mâlumat vermek sorumluluğumuz vardır esâsen. Sağ olursak inşaallah anlatmaya çalışacağız. Rabbımız ahseni ne ise ona muvaffak ve müyesser eylesin. Âmin…

Biliyorsunuz ki, öteden beri “Lâ ilâhe illallah” diyen birisi cennetliktir diyorlar. Hadisleri dinleyin ve okuyun da kim cennetlik kim cehennemlik imiş ona göre kararınızı verin.

 

Hadis-i Şerif:

لايسمع بى احد من هذه الامة يهوديا ولانصرانيا ثم يموت ولم يؤمن باالذى ارسلت به الاكان من اصحاب النار

Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’sselâm buyuruyor ki: “Muhammedin nefsi yed’-i kudretinde olan Allah hakkı için, beni Allahın Habibi ve Rasulü olarak duyduktan sonra ve bildikten sonra ister Yahudi ister Nasrani kim olursa olsun getirdiğime iman etmez ise cehennem ehlidir. Ashabu’n nardır.”

Rasullulah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Allahın elçisi olarak gönderildikten sonra Yahudi de olsa Nasara da olsa diye ilân etmesinin sebebi; onlar “bizim kendi nebilerimiz var, Musamız var, İsamız var onlarla yetiniriz” demesinler diye ilan etmiştir. Hadisde buyuruyor ki; Ümmetimden hiç bir kimse teşrifimden sonra gelenler dışarda kalmaksızın risaletimi duyan herkes Yahudide olsa Nasrani de olsalar ummumiyyetle sorumlulukları vardır. Geçmiş dinler nesholunmuştur bir yarar getirmez ve hükümsüzdürler. Buna rağmen risâletimi duyupta benim getirdiğim ile kanaat etmeyip i’tikadını bu yönde bağlamaz ve inanmaz ise o zaman ashabu’n  nardır. Cehennem ehlidir. Başka yol ve yönleri de yoktur. Hadisi; Müslim ve İmam-ı Ahmed Ebu Hüreyre (r.a)’den rivayet etmişlerdir.

İşte bundan anlaşılıyor ki sadece kendi ümmeti değil de diğer Musaya (as) ve İsaya (as) olan bağlılıkları da kaldırmıştır. Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) teşrif ettikten sonra kendisine bağlanmışlardır. Ümmeti Muhammedin mensublarıdırlar. Her milleti dahiline almıştır. Geçmiş tüm nebilere bağlılıkları ibtal edip, Allahü Zülcelâl Habibine (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bağlamıştır. Tabi, vaktiyle Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) gelmeden o nebilere tabi’ olmaları hak idi ama Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) teşrif edince onların hükümleri geçersiz kılınmıştır. Hadis sağlıklı sıhhatlidir.


 

Hadis-i Şerif:

والذى نفسى بيده لايؤمن احدكم حتى اكون احب الناس اليه من والده وولده

Hadis meâli: Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Kasemle, nefsim yed’-i kudretinde olan Allah hakkı için hiçbir kimse kâmil mü’min olamaz buyurup şart koşmuştur. Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) karşı olan muhabbeti ve bağlılığı hiç bir teraziye girmemeli başka kimselere olan bağlılıklarıyla kıyaslanmamak, eşit olmamak ve ana baba evlad da dahil insanların tamamından çok sevip bağlı olmak şartıyla Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) tercihlidir. Rasulullahı (Sallallahu Aleyhi Vesellem)  tercih etmedikçe kâmil bir mü’min olamaz. Düşünün bir kerre Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) gösterilmesi gereken saygının kıymet, değer ve önemini. Acaba saygımızın sadece dille olması yeterli midir? O’na muhalefet yapıp getirdiklerine değer verilmez ve âdeta bir düşman gibi görülürse, sevgi, saygı ve bağlılık gösterilmeden rafd (safdışı) etmeye çalışılırsa böylesi sevgi, saygı ve muhabbetin aslı astarı ve alakası var mıdır muhabbetle? Onun için bir kimse seviyorum dediği zaman Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buyuyor ki;

من احب شيئا اكثر من ذكره

“Birşeyi seven ekseri onu zikreder.” Bir kimseyi seven onu çokça anar. Fikrinde dilinde ve kalbinde o vardır. Bunun tam tersine olup; Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ın muhabbetini bırakın O’nu saf dışı etmeye kalkışıp, getirdiği hükümlere sahib çıkmayıp ve hadislerine hiç bir değer vermeyenin muhabbetine inanılır mı? Haşa ve kellâ, böyle muhabbet mi olur?

Muhabbeti iyi anlamak isterseniz; sporcuları, siyasetçileri ve okeycileri düşünün. Nasıl gece gündüz akılları fikirleri oralarda, hep onlardan bahsedip onların peşinde canları bahasına koşuyorlar. Muhabbet ehliyim diyenler yanlış da olsa onların sevdiklerinin her zaman her yerde ve her halde nasıl yanında ve emrinde olduklarını görsünlerde bir ibret alsınlar. Allahü Zülcelâl bizleri islah etsin, şuûr versin. Âmin.

سبحانك اللهم وبحمدك اشهد ان لااله الاانت وحدك لاشريك لك استغفرك واتوب اليك

 

Aziz   kardeşlerimiz;

Sizlere bir hadisi daha anlatmak azmimiz vardır. Bu hadisden faydalandırmasını Rabbımızdan diliyor ve inâyetine sığınıyoruz.

 

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: انتم اليوم على بينة من ربكم تأمروف باالمعروف وتنهون عن المنكر وتجاهدون فىالله ثم يظهر فيكم السكرتان سكرة الجهل وسكرة حب العيش وستحونون عن ذالك فلا تأمرون باالمعروف ولاتنهون عن المنكر ولاتجاهدون فىالله القائمون يومئذ باالكتاب والسنة لهم اجرخمسون صديقا قالو يا رسول الله منا اومنهم قال لا بل منكم

Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm ashabına irşad ediyor. Hoş kelimeler kullanarak kendilerinin ale’l hayr (hayr üzere) olduklarını Emri bi’l ma’rufu (iyiyi emretme) yaptıklarını, nehy-i ani’l münker (kötüden yasaklama) yaptıklarını ve bunların mevcûd olduğunu, cihadlarınında Lillahi teâlâ Allah için, Allah rızası için ve iman ve islamın yayılması için candan olduğunu belirttikten sonra kendilerine şöyle buyuruyor: Sizden sonra gelecek olan kimseler iki sarhoşlukla karşı karşıya kalacaklar ki; birisi cehâlet sarhoşluğu, diğerisi de mâişet (geçinme) sarhoşluğudur. Dünya sevgisi ve yaşam yönünden adeta bir sarhoş (sükran) durumları olacaktır. Dünya sevgisi ve cahilliği sebebi ile dünya geçimini her şeyin üstüne çıkaran bir kimse yetiremediğinde ve denkleştiremediğinde ne olur? Başka bir kimsenin karşısına çıkıpda, “sakın rüşvet yeme, şunu yapma, bunu etme” diyebilir mi? Kendisi yapıp durmaktadır esâsen. Veya kendileri de men edip yasakladıkları işin içinde bizzâtihi olanlar nasıl iyiyi emredip kötü olanı yasak edecek ki. Cehalet ve mâişet sarhoşlukları o hale geliyor  ki, bu kimselerin yollarını tamamen tersine çeviriyor. Böyle oluncada ne emri bi’l ma’ruf ne de nehyi ani’l münker işlenebilir. Cihad ise zâten yapılamaz. Neden? Zirâ, artık inanç ve i’tikadları değişmiştir. Ciddiyet ve ihlasları değişmiş olup islaminki ile alakası yoktur. Öyle olunca ne iyiyi emredip kötüden sakındırabilirsiniz ne de cihadı ihlasa bağlayabilirsiniz. İşte o zamanda biraz önce anlatılmış olan sahabelerin hal ve durumlarının tersine dönülmüş olur. Böyle bir hal ile karşılaşıldığında cehaletin her tarafı kaplayıp bürüdüğünde ve insanların  kendilerini tamamen dünya mâişetine bağladıklarında; Allahü Zülcelâlin kitabına ve hükümlerine, Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) sünnet ve hadislerine ve hükümlerine sahip çıkıp elinden geldiği kadar emredileni yapmaya yasaklanandan da uzak durmaya gayret edersiniz. Böylesine Kur’an ve sünneti kendisine medâr eden ve muhalefet etmeyen kimse ki, her taraf fesada uğramış, emribi’l ma’ruf ve nehyiani’l münker kalmamış ve herkes tamamen cehalet ve dünya mâişeti derdine düşüp bunlara bağlanmışlar iken hak yolda (Fırka-i Naciye) olan için; Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem): “Onların hallerine düşmeyip kendini koruyabilen kimseye 50 sıddık ücreti ve sevabı verir” Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) soruyorlar: “Bizim devremizdeki kişilerin 50 si mi? Yoksa onların devresindeki 50 sıddık ecri mi?” “Hayır sizin devrenizdeki olan 50 sıddık ecri ve sevabı verilir.” Buyuruyor.

Hadis-i Şerif:

سألت ربى فيما يختلف فيه اصحابى من بعدى فأوحى الى يا محمد ان اصحابك عندى بـمنـزلة النجوم فى السماء بعضها اوضيا من بعض فمن اخذ بشيئ مماهم عليه من اختلافهم فهو عندى على هدى

Hadis meâli: Rabbıma ümmetim arasında olacak olan ihtilafları sordum ki Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bu ihtilafları zâten bilmekte idi. Ma’lum olduğu inkar edilemez. Zirâ, kıyamete kadar olacak fitneleri birer birer ortaya koyup işaretler vermiştir. Ashabı arasında ilerde olacak vakıa’ları tamâmen sormuş ki halleri nice olacak? Karşılığında cevaben: Ya Muhammed, bu yönden hiç endişe etme senin sahabelerin benim katımda gökteki yıldızlar gibidirler. Evet bazısının şavkı çok ya da az olabilir ama netice olarak yıldızdır. Hepsi yıldız olunca bir nahoşluk olmaz ki. Demek ki hepside birer nur sahibidirler. Fazlalıkları olabilir ama hepside nur sahibi. Aralarında vuku’ bulacak olan hadiselerde hangi tarafı tutarlarsa tutsunlar “ala hudu” yani, hidayet  yolunda hidayet üzere olduklarını kabul ederim. Hadisin ravisi Hz. Ömer (ra) dir. Yeter ki ashab-ı kirâm rivayet etmiş olsun. Onların rivâyeti, tezi, nizamı ve söyleyişleri olduktan sonra Rabbımız tamamen hoş görüp hidâyet üzere olduklarını bildirmiştir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) sarahaten bildirmiştir.

Hadis-i Şerif:

لقد شرفك الله وعزمك والمؤمن اعزم حرمة منك الكعبة

Hadis meâli: İşte kardeşlerim bu hadisi şerifin hükmüne göre şu anda piyasada bu milleti suçlu suçsuz demeden kendilerine uymamış, yada istediklerini vermemiş vs. diye hemen tekfir edib öldürmeye teşebbüs ederler. Asla buna hakları yok iken. Bir mü’minin kıymet ve değerinin büyüklüğünü her zaman anlatıyoruz. Allahü Zülcelâl katında bir mü’minin öldürülmesi dünyanın altüst olmasından daha ağır bir suç ve cürümdür. Bir mü’min haksız yere asla öldürülemez. Dünya yok olsa bile bundan daha hafif ve basittir. Hadisi şerifte de Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Kâbeyi tavaf ederken karşısında durup; Ey Kâbe evet, Allahü Zülcelâl şan ve şeref ve azamet vermiştir. Hem azimsin, hemde müşerrefsin. Buna rağmen bir mü’minin hürmeti esâsen senden daha fazladır. Kâbeye yapılandan da azim saygı ve hürmet mü’mine yapılması şarttır. Çünkü, Kâbenin bir haramiyeti bir hürmeti vardır ki, saygı duyulacak, yıkılmayacak, Allahın evi bilinip hürmeti edilecek... Tâbi ki Kâbeye teaddilik (aşırılık, azgınlık) yapmak sahibine yapmak demektir. Ona yapılmış olur.

Kardeşlerim hali hazırda emri bi’l ma’ruf, nehyi ani’l münker yapılamadığı için fitneler çok ve yaygın olup herc-ü-merc, katl-ü-kıtal devresinde, 72 fırkada sanki meydandalar ve iyice sapmışlardır. Sadece Fırka-i Nâciye ki; böylesi fitneler devresinde o yola sahib olana, 50 sıddık sevabını Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) müjdelemiştir. Az ya da çok sapan ya da tamamen küfre  eleten 72 fırka içinde ehl-i Fırka-i Nâciye’nin kıymet ve değerini bir düşünün. Allahü Zülcelâl hidâyet verip koruyacağında da korur. Kâbenin bir hürmeti olmasına rağmen Ebrehe ve Fil sahibleri helâk  olup gitmişlerdi. Ne idi gayeleri? Sadece kâbeyi yıkmaktı ve bunun için gelmişlerdi. Ve bu hale düçâr olmuşlardı. Birde günümüzü düşünün ki, yevmiye kaç insanımız herc-ü-merc içinde katlediliyor canice. Diğer taraftan Allahü Zülcelâle ait olup bize bildirilen ve aziz olan dinimizi, Rasulullah  (Sallallahu Aleyhi Vesellem) yoluyla gelen bu ilahi nizamı tahrif edip (bozup) yıkmaya çalışanlara ne dersiniz! Nice nice fitneler ve Allahın kullarını elef telef etmeler haksız yere. İnsanoğlu Kâbeden de kıymetli iken bu cânilerin yaptıkları Ebrehe’nin yaptığı ile kıyas kabul eder mi? Ebrehe’den kat be kat beter esâsen. Çünkü Ebrehe ve etrafındakiler sadece Kâbeyi yıkmak istedilerde o hale düştüler. Kâbe ve insan mukâyesesinde Cenabı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bir hadisinde 3 diğerinde 4 hürmeti vardır insanoğlunun buyuruyor. Nedir buyurduğu; Mü’minin canı, malı, ırzı ve hatta hakkında su’izân beslemek (kötü düşünmek) haramdır.  Ona karşı hüsn-ü zan  sahibi olmak ve su’i zân beslememekde şarttır. Bir mü’mine su’i zân da haramdır. Allahü Zülcelâl bunu da kabul etmiyor. İşte bu şekilde Kâbeyi yıkmayı isteyene bu yapılırken Kâbeden 4 kat daha haram olan bir mü’mini öldürmek ne demektir iyice bir düşününde ne günlere gelmişiz anlayın. Artık Rabbımızn inâyetine sığınıyoruz. Bizleri muhafaza etsin başkada diyeceğimiz yok.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: تركت فيكم شيئين لن تضلوا بعدهما كتاب الله وسنتى ولن يتفرقا حتى يلد على حوضى

Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Sizlere emânet olarak iki nesne bırakıyorum. Bunlara sahib olursanız asla Fırka-i Nâciye’den sapmazsınız. Sapıklık olmaz ve yolunuz dosdoğru yolum üzere olur. Nedir bunlar? Kitabullah ve sünnetim. Kur’an-ı Kerimi ve hadislerimi sünnetlerimi bırakıyorum. Kitab ve sünnetim size emânettir. Sahib olun dalale (sapıklığa) düşmezsiniz. Hatta sadece dünyaya değil öbür âlemde dahi havz-ı kevserimi buluncaya kadar bunlar sizinle berâber olacaktır. Evvelâ, Kur’an-ı Azimü’ş şan, Rabbımızın kararı ve hükmüdür. Birde Aleyhisselâtü ve’sselâmın sünnet-i seniyyesi. İşte bu iki berâber oldu mu asla tefrika ve ayrıcalık yoktur. Zirâ, bunlar Allahü Zülcelâlin ve Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hukuklarıdır. İkisinin hukukları bir arada; Havz-ı kevserime ulaşıncaya kadar bu iki hak memzüc (mecz olmuş-ayrılamaz) durumdadır. Bu ikisi ile havz-ı kevserime varabilirsiniz. Bu iki hukuka bu âlemde ciddiyetle ve samimiyetle sahib olanların akibleri budur.

 

Kardeşlerimiz, Celaleddin Suyutî devresinde bir meclisde bir kimse “Hadis yoluyla hüccet (delil) olamaz” diye ilân ediyor. “Hüccet mutlaka Kur’an yoluyla olur” diyor. Meclisinde böyle söylenince İmam-ı Suyutî “Artık, cevab vermek sorumluluğumuz oldu” buyuruyor. Bu yönden kendisine gereken hükümler çıkardıktan sonra ilân eder: “Rasulullah’ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) sünneti seniyyesi ve sağlıklı sıhhatli hadislerinin inkarı kesinlikle küfürdür. Hemde istediği kefere zümresine dahil olabilir farketmez” buyuruyor.

İmam-ı Şafi Hazretleri de, yine ayni şekilde bir gün va’azında bir hadis okuyup birip “Sahihdir” kelimesini kullanınca bir kimse ayaklanıp kabarmış: “Ya Eba Abdullah sen buna sahih mi diyorsun?” demiş ve acayibine gitmiş. İmam-ı Şafi Hazretleri diyor ki: “ O zaman farkettim ki bu kişi rafizilerden zındıklardan birisidir” ve “Kendisine sen benim kiliseden çıktığımı mı gördün; kuşağımda zünnar mı gördün, Veyahutta kefere, küfür kelimeleri mi kullandım da bu hadis-i şerif acayibine gitti? Sahih olmayıp da nasıl olacak? Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hadisini söylüyorum, sünnetini söylüyorum ve sahihdir diyorum. Sende bunun karşısında mı oluyorsun?” der. Sonra malumât veriyor ki: Esâsen bu misilli kimselerin hadislere karşı ve allerjilerinin oluşları şudur ki; Rafizilerin fırkaları çok ve i’tikadları da değişik değişiktir. Zâten bunlar zındıklardır. Bir fırkaları şunu iddia ederler: “Nübüvvet esâsen Ali’nin olmasına rağmen Muhammed kendisine sahiplenmiştir. Ali’ye zülum yapmıştır. Cebrâil de Muhammede getirmiştir o sebeble haindir.”  derler. Haşa ve kellâ. İşte bu fırkaların hadislere karşılığı ve zıddıyetleri bu i’tikadlarından dolayıdır. Hadisleri benimsememelerinin gerçek sebebi budur.

İkinci olarak başka fırka varki; “İmam-ı Ali (ra), Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) dünyadan göçtükten sonra kendisine bir hak taleb etmemiş ve arkasına düşmemiştir. Halbuysa hak Ali’nindir.” deyip bizzâtihi işin arkasına düşmediğinden ve lakayd davrandığından dolayı imam-ı Ali’ye (ra) kahirleniyorlar ve  O’ndan hoşlanmıyorlar.

Bazıları ise sahabe-i kiramdan gelen hiçbir söz ve haberi kabul etmiyorlar. Hadisleri bundan dolayı rafd (saf dışı) etmişlerdir. Çünkü “Rasulullahdan (Sallallahu Aleyhi Vesellem) sonra hilâfet hakkı Ali’nin (ra) iken O’na zülmettilerde kendilerine aldılar” diye onlar yoluyla gelen hadislere kesinlikle sahib çıkmıyorlar. Yâni Zıddıyetlikleri vardır.

Bakınız, halbuysa Allahü Zülcelâl Habibini (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hiç ayırmamış ve لااله الاالله محمد رسول الله   birlikte zikretmiş ve zikredilmesini emretmiştir.  Kelimeyi şehadette, ezanda, arşın üzerinde de cennet kapısında da her nerde olursa olsun bu لااله الاالله محمد رسول الله  birliktedir. Birlikte olması mutlaka ve mecburidir. Tek taraflı da değildir şehadet. Allah ve resülü. Rasulullaha (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Rabbımızın gönderdiği Kur’an yanında O’nun sünneti seniyesi de mutlaka birlikte işlenmedikçe iman sahibi olunamaz. Birisini inkâr etti mi, cehennemliktir ve kâfirdir esâsen. Zira âyeti celilede:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ

(Enfal / 24)

“Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah ve Resülüne uyun.” İcâbet ediniz ki bu zaruridir. Keyfi değildir. Dâvet ettiklerinde her ikisinin dâvetini de kabul edib emre itaat şarttır. İster Kur’an yoluyla, ister sünnet yoluyla. Her ikisine de behamahal şarttır icâbet. Zirâ emir veriyor Allahü Zülcelâl:

وَمَا آَتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا

 (Haşr / 7)

“Peygamber size neyi veriyorsa alınız, neden nehyediyorsa ondan uzak durunuz.” Bu ise Aleyhisselâtü ve’s selâmın kıymet ve değerinin ölçüsüdür. Esâsen Allahü Zülcelâl Kitabullahında emrediyor ki; Habibi (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ne getirdiyse ne emirler verdiyse sahib olunmasını nehyettiklerinden de kaçınılmasını emrediyor. Kendi şahsiyetine, zat-ı celle ve âlâ celle celâlihu kendisine nasıl itaat gerekiyorsa itaat-i resülünde ayni şekilde olmasının şart olduğunu ilân ediyor. Ve yine buyuruyor ki:

لَقَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِنْ أَنْفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آَيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ

 (Ali İmran / 164)

“Andolsun ki içlerinden, kendilerinin Allah’ın âyetlerini okuyan (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine kitab ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah bir gün mü’minlere büyük bir lütûfta bulunmuştur.”

Esâsen âyet-i celilede geçen kitab tabi ki kur’andır. Hikmete gelince ise o Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) sünnet-i seniyyesidir. Bu ülemanın ittifakıyladır. Ehl-i tefsir ve ehl-i üsûl bu hikmet kelimesini Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) sünnetleri ve hadisleri olarak bildirmişlerdir. Allahü Zülcelâl ilân ediyor ki; kendi Kur’anı Kerimine nasıl bağlılık gösterilmesi şart ise, Rasulullahdan (Sallallahu Aleyhi Vesellem) gelen O’nun verdiği hikmete de bağlılık şarttır ve birlikte yürütülüp işletilmesi de şarttır. Kelamullah bir hüküm olarak gelmiştir, ancak mücmeldir (kısa ve öz). Mufassal  (açıklayıcı) değildir. Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem)  Kur’anın emir ve hükümlerini açıklamasına tafsilat vermesine mutlaka ihtiyaç vardır. Onun içinde hadisler mecburi zaruri ve şarttır. Çünkü sünnet-i seniyye olan hadisler mufassalattır. Kur’an ve sünnet iki birlikte tamamlayıcı ve tekmildir. Eğer İslam dairesinde olacaksa ikisini de kabullenmesi şarttır ve Allahü Zülcelâlin emridir. Ümmet-i Muhammede dahil olanlar için bunlar şart olup başka bir yolu da yoktur bunun. Zirâ, sadece Kur’ana bağlanacak olsa aradığını bulamaz ki. Bu mümkün değildir bir kerre. Yok eğer “ben kendi aklımla mantıkımla Kur’andan birşeyler bulurum hadise vs. ye gerek de yok” derse o zaman zındıklığa gider. Kur’an rastgeleye te’vil edilemez. Şartı şurtu vardır. Ancak ve ancak Kur’an sahibinin getirmiş olduğu hükümler ve ma’lumâtlar geçerlidir. Öyle birileri oturup da kendi akıl mantık ve davasına göre rastgele te’vile kalkışdı mı, küfrün beteridir. Feci’ durumdadır.

Bu hususlarda Celaleddini Suyutî geniş ma’lumâtlar vermiştir. Biz kısaca değindik, çünkü günümüzde, hadislere karşı olmak, nahoşluk göstermek, kabülenmemek, müslümanların kafalarını karıştırmak istemek ve esâsen düpe düz hadisleri inkara kalkışmak oldukça yaygın olup zındıkların ve rafizilerin işleridir. Ümmet-i Muhammed mensubu olan kimse asla bu işe bu şekilde cür’et edemez bir kerre.

Aziz kardeşlerimiz; hem bu dünyada hem de ahirette saadeti arıyorsak Rabbimiz, Habibullahı (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şerif kılmış, âlâ kılmış, elçi kılmış ve habibi kılmıştır. Onun için Allahü Zülcelâle yapılan saygı ve bağlılık mutlaka O’nun elçisi olan Habibine de yapılması mutlaka mecburidir. Allahü Zülcelâlin rızasını böylelikle elde edebiliriz. Yoksa Habibi ve elçisine (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hasımlık ve terslik yapmaya cüret edenler asla iflah olmazlar. Azıcık akıl sahibi olanlar düşünsünler ki mutlaka böyledir...

Onun için Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hadisleri mutlaka Kur’anın teferruatı, tafsilatı, açıklayıcısı ve tamamlayıcısı olup zâten Kur’anın dışında da değildir. Kur’anı nasıl tanıyorsak hadisler ve sünnet dahi öyledir. Hepsine de muhtacız başka bir yolumuz da yoktur inananların. İnanmayana sözümüz zâten yoktur.

Allahü Zülcelâl cümlemizi hüsn-ü-hatime nasib etsin. Rasulullahın sevgi ve şefaatına muvaffak ve müyesser eylesin. Allahü Zülcelâlin rızası ve Rasulullahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hoşnutluğuna cümlemizi nâsib ve nâil eylesin. Âmin.